Afyonkarahisar

gelecek arayislarinda turk dunyasi

GELECEK ARAYIŞLARINDA TÜRK DÜNYASI


1990’lı yıllarla birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından uluslar arası sistem köklü bir değişime uğrarken, iki kutuplu yapılanma çerçevesinde ortaya konan analizler ve değerlendirmeler ortadan kalkmış, reel sosyalizmin çöküşü ile birlikte Amerikan tek kutupluluğu etrafında ekonomik, politik, kültürel süreçlerin şekillendiği bir küresel ilişkiler ağı gelişmiştir.  Soğuk savaş paradigmasının sona ermesinin ardından Washington’un stratejileri ekseninde düzenlenen küreselleşme olgusu, gelinen aşamada dinamizmini yitirirken kendi iç çelişkileriyle karşı karşıyadır  ve bir gerileme süreci içerisindedir. (1) Küresel ölçekte yapısal dönüşümlerin gerçekleştiği bir süreç yaşanırken, küreselleşmeden bölgeselleşmeye evrilen uluslararası yapıda tek kutupluluğun yerini çok kutupluluğa bırakmaya başladığını, bu yeni çok kutuplu yapıda, 21. yüzyıl uluslar arası sistemini ABD, Avrupa, Çin, Japonya, Rusya ve Hindistan gibi farklı medeniyet dairelerini yansıtan güçlerin ve bölgesel unsurların teşkil ettiğini görüyoruz . Kafkasya’da yaşanan çatışmalar ve sonrasındaki süreç çok sesli bir uluslar arası yapıyı işaret ederken, Rusya’nın radikal tavrı ve AB’nin ateşkesin sağlanmasında üstlendiği rol, Amerikan tek kutupluluğunun zayıflayan karakterini ortaya koymaktadır. Amerika Birleşik devletlerinde gerçekleşen son seçimlerin ardından göreve gelen yönetimin de, önümüzdeki döneme ilişkin politikalarının bu çok kutupluluğu kabullenen bir çerçevede şekillenmekte olduğu görülmektedir. Uluslar arası sistemin değişen içeriğinde Türkiye’nin gelecekteki karakterine, kimliğine, rolüne, küresel ölçekteki yerine ilişkin projesine baktığımızda ise, iki tarafın ihtiyaçlarının yansıttığı çelişkilere rağmen, AB üyelik hedefinin devletin önceliği olmaya devam ettiğini,   bu süreçte siyasi, ekonomik, kültürel, tarihi anlamda büyük potansiyelleri barındıran Orta Asya’nın ve genelde Türk dünyasının ihmal edildiğini, küresel yeniden yapılanmada Türk dünyasını bir güç merkezi olarak ortaya çıkaracak fikirlerin, projelerin Türk siyaseti tarafından üretilemediğine tanık oluyoruz.
 
Kurumsallaşmış bir siyasi parti sistemini oturtamayan, yönetemeyen bir demokrasinin yol açtığı istikrarsızlıklarla uğraşmaktan dışarıya yönelik bir vizyon geliştiremeyen, kendisine bir misyon belirleyemeyen, binlerce yıllık bir geleneğin mirası olan devlet aklını, stratejik aklı yeniden üretemeyen ve bunun sonucunda kendi özünü, içeriğini tanımlayamayan, kendi kimliğini başkalarının şekillendirmesine izin veren, kendi bir şey olamadığı için diğerleri tarafından bir şekle sokulan ve ne olduğunu anlatmak yerine, hep ne olmadığını anlatmaya çalışan bir ülke konumunda kaldı Türkiye. Devlet yönetiminde uzun yıllardır hakim olan düşünce kısırlığı, vizyon eksikliği coğrafyanın sahiplerini 1950’lerden bu yana Batı’nın kucağına itmekte, Anadolu’nun sakinleri coğrafyaya ihanet etmekte, büyük düşler görememekte, Osmanlı’yla birlikte yitirdiği imparatorluk vizyonunu, emperyal bilinci yeniden üretememekte, dolayısıyla da büyük iddiaların, büyük tasarımların, büyük ihtirasların sahibi olamamaktadır. 1990’lı yıllarla birlikte soğuk savaş döneminin sunmuş olduğu statik güvenlik yapısının geçerliliğini yitirmesinin ardından, Batı dünyasının Türkiye’den siyasal sistemin dönüştürülmesine yönelik taleplerine rağmen Türk siyaseti Batı ile stratejik ilişkilerin sürdürülmesi çabası içerisinde olmuş, bu arayışlar 1999 sonrası Avrupa Birliği aday adaylığı ve uyum paketleri ile birlikte yeni bir çerçevede şekillenmiştir. Tüm bu süre boyunca, Avrasya jeopolitiğinde ve genel anlamda Türk dünyasında ortaya çıkan derinliğe ve değişime yönelik bir dinamizm geliştirilememiştir.
 
Bir zamanların yargılanan, suçlanan, susturulmak istenen idealleri, Sovyetlerin çöküşüyle birlikte artık doğal bir süreç olarak algılanmaya başlanmıştı. Kültür, inanç, tarih, soy birliği, kaderde tasada ortaklık bilinci ve bu birliktelikleri çevreleyen büyük nüfus potansiyeliyle Avrasya coğrafyası, tarihsel gelişim süreci içerisinde Türk milleti için bir uygarlık mirası niteliğindeydi. 21. yüzyıla yaklaşırken Türkiye artık bağımsız ve kardeş devletlere sahipti ve ortaya atılan stratejik öngörüler, enerji kaynaklarıyla ve jeopolitik konumlarıyla bu kardeş devletlerin sağlayacağı etkinin, değişimin, derinliğin Türkiye’yi bölgesinde önemli bir güç merkezi haline getirerek uzun vadede Türk dünyasına yönelik liderliğine vurgu yapmaktaydı. Güvenlik ve savunma konularında, kültürel sahada, ekonomik faaliyetlerde, nüfusun ve işgücünün serbest dolaşımı gibi konularda ortak anlayışların ve işbirliği sürecinin geliştirilmesine yönelik son derece elverişli bir iklim oluşsa da, süreklilik arz eden bir Türk dünyası politikasını üretmek ve bu yönde bir idealizmi Türk siyasetine ve Türk devlet yaşamına hakim kılmak mümkün olmadı. İç güvenlik sorunları, ekonomisinin kırılgan niteliği, siyaset kurumunun istikrarsız yapısı ve en nihayetinde Batı sistemiyle geliştirilen ilişkiler, Türkiye’nin kardeş devlet ve topluluklarla uzun vadede bir entegrasyona zemin hazırlayabilecek enerjiyi ve dinamizmi üretmesini engelledi. SSCB’nin dağılmasından sonra dillerden düşmeyen “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” söylemleri somut projelere dönüştürülemedi ve geçmişin kutlu özlemi, enerji sahalarıyla kürenin gözde coğrafyalarından biri haline gelirken, Türkiye günlük siyasi çekişmelerin dışına çıkamayarak, bölgeye yönelik aktif bir politika izlemenin uzağında kaldı.
 
Orta Asya Türk cumhuriyetleri, Türk devlet ve topluluklarıyla geliştirilecek ilişkiler tarihsel sorumluluğun ötesinde bir boyut taşımaktadır. Türk dünyasına yönelik dış politika açılımları stratejik bir temelde tanımlanmalı ve vazgeçilmezleri olan bir Türk dünyası politikası devletin tüm kademelerinde aynı bilinçle benimsenmelidir. Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerde önde gelen hususlardan birinin enerji olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ilk etapta enerji alanında bir eylem ortaklığının geliştirilmesi gerekliliği ortadadır. İşbirliği anlayışı dilde ve kültürde birlikteliğe, ekonomik faaliyetlerde bütünleşmeye, dayanışmaya yönelik bir bilince vurgu yaparken, bu söylemler hayata geçirilebilir somut projelere bürünmeli, Türk dünyasına yönelik algı duygusal bir milliyetçiliğin ötesine geçmeli, örneğin Türk dünyasına yönelik bilimsel araştırmalar gerçekleştirecek, uzmanlar yetiştirecek düşünce merkezlerinin tesis edilmesi, enerji sahasında, teknolojik konularda işbirliğinin gelişimine katkıda bulunacak bir platformun oluşturulması, yine Türk dünyası ile ilişkileri koordine edecek bir bakanlığın kurulması düşünülmeli, ilişkilerin kurumsallaşmasına hizmet edecek yapılar tesis edilmelidir. Hâlihazırda TİKA ( Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi Başkanlığı ) bu yönde atılmış somut bir adımı teşkil etmektedir. Türk dünyası ile ilişkilerin düzenlenmesinde kurumlar arası bir eşgüdümün sağlanamadığı, üstelik sorumluluk ve yetki alanlarının kesin çizgilerle belirlenemediği bir ortamda, Türk dünyasına yönelik açılımlar geliştirmenin ve bunları uygulanabilir kılmanın zorluğu ortadadır.
 
Türk dünyası ilgili olarak ortaya çıkan sürece cevaplar üretebilecek alt yapının oluşturulmasına yönelik ciddi zaaflar görünse de, devlet düzeyinde olsun, kişi ve kurumlar bazında olsun, Türk dünyasına yönelik iyi niyetli çabaları da göz ardı etmemek gerekir. Örneğin 1992 yılı itibariyle uygulamaya konulan Büyük Öğrenci Projesi, Türk Dünyası’na yönelik olarak hazırlanan en ciddi projelerden biri olarak nitelendirilebilir. Bu projenin geliştirilerek geleceğe taşınması ve bu proje kapsamında Türkiye’de eğitim gören öğrencilerin daha sonraki süreçte de izlenmeleri, Türkiye ile ileriki dönemlerde bağlarını koruyacak bir sistemin oturmasına hizmet edecektir. Türk devlet ve toplulukları arasında düzenlenen kurultaylar da yeni fikirlerle, yeni gündemlerle, daha geniş bir zeminde toplanmaya devam etmeli, kurultayların organizasyonuna katkı sağlayacak, bunun da ötesinde kurultaylara gündem belirleyecek, Türk dünyasının sorunlarını, meselelerini ele alacak, süreklilik arz eden yapılar, komisyonlar oluşturulmalı, bu kurultaylara kurumsal bir nitelik kazandırılmalıdır. Türk dünyasına önemli hizmetler götüren TİKA, kültürel işbirliğine vurgu yapan TÜRKSOY gibi kurumlar, Kültür Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Türk Dünyası Müzik Topluluğu gibi oluşumlar desteklenmeli, bunların faaliyetleri etkin şekilde finanse edilmeli, ortak bir Türk lehçesinin ve buna imkan verecek ortak bir alfabenin benimsenmesi konusunda projeler üretilmeli, toplantılar organize edilmeli, dil öğrenimine yardımcı olacak etkinlikler teşvik edilmeli, kitle iletişim araçları en etkin şekilde kullanılmalıdır. Türk Radyo ve Televizyon Kurumu bu amaca hizmet edecek bir işleve sahip olabilecekse de, şu ana kadar Avrasya geneline ulaşan yayınların kalitesi beklentileri karşılamanın çok uzağındadır.
 
Çok kutupluluğun öne çıkmaya başladığı yeni dönemde, çok kutuplu dünyanın kutupları arasında dengeli ilişkilerin geliştirildiği, zihinlerdeki Batı ve uygarlık özdeşliğini aşarak Avrupa merkezli bir gelecek arayışından vazgeçerek Avrupa ile ilişkilerin ekonomik bir temelde tanımlandığı ve köklü bir dönüşümü yaşayan Avrasya jeopolitiğinde ortaya çıkan Türk dünyası gerçeğini kürenin kutuplarından biri haline getirmeye yönelen bir gelecek arayışı Türkiye’nin önceliği olmalıdır. Kendi sınırlarının ötesine geçemeyen, coğrafyasını çevreleyen tarihi, kültürel, etnik derinliği kavrayamayan bir Türkiye portresi, tarih boyunca bir dünya nizamı davasının peşinde olan Türkleri hudutlarına hapsedecek, Türk dünyasının lider ülkesi Türkiye,kendi dışına taşarak büyümenin, bir medeniyet projesinin gerçekleştirilmesinin coşkusunu yaşamak yerine, bölünme psikolojilerinin, siyasal krizlerin, ekonomik çıkmazların sancılarını yaşamaya devam edecektir.
 
Bu devletin kurucusu söylemlerinde Türk birliğine yönelik doğrudan ifadeler kullanmaktan kaçınsa da, onun Cumhuriyetin 10. yılında 29 Ekim gecesi Ziraat Bankası genel müdürünün odasında dile getirdiği şu ifadeler, fikri aleminde ve geleceğe dönük tasavvurlarında Türk dünyasının işgal ettiği yeri yansıtması bakımından oldukça anlamlıdır : “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Bugün Rusya'nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklememeliyiz, bizim onlara yaklaşmamız gereklidir. Rusya bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır." (2) Mustafa Kemal’in gördüğü, yaşadığı rüya buydu ve o bu rüyayı gördüğü için bugün Bolgrad kasabasında Ortodoks mezarlığında bir Türk yatmaktadır ve kendisine mezarın kime ait olduğu sorulduğunda bir Gagauz “Burada Kemal’in öğretmeni yatıyor” demektedir. (3) Mustafa Kemal hep bu rüyayı yaşadığı içindir ki 1921 Ocağında o dönemde Ankara hükümetini destekleyen bir aşirete İngilizlerin saldırmasının ardından onun yönlendirmesi sonucu emrindeki az miktarda kuvvetle Musul’a giden Özdemir Bey, Türkmenlerin yaşadığı bu topraklarda İngiliz kuvvetlerine karşı ciddi başarılar elde etmiştir.
 
Mustafa Kemal’in idealleri, onun ölümünden sonra bir suç haline getirildiği, onun düşünce sistemi devletin dışına itildiği için, sadece Anadolu’da değil, bütün bir Avrasya’da Türk kimliği, Türklük bilinci zemin kaybetmiştir. Mustafa Kemal’in temsil ettiği ülkü, bu coğrafyada barışın, huzurun güvencesi olduğu kadar, dünya ölçeğinde de istikrarın sağlanması adına tarihin bizlere yüklediği bir sorumluluktur. Bu idealizmin gerçeğe dönüştüğü, bu idealizmin Türk siyasetinde ve bürokrasisinde aynı heyecanla hissedildiği günlerin inancıyla… 
 
1-     Demokrasi ve Milli Güvenlik, 21. Yüzyıl Sayı 2, Ümit Özdağ
2-     Atatürk’ün Avrasya Devleti, İsmet Bozdağ
3-     Kemali’in Öğretmenleri, Necip Hablemitoğlu

Afyonkarahisar

İlk yerleşim izine, II. Murşil'in Arzava seferinde kullanıldığından bahsedilen ve Hapanova (Yüksek Tepe) olarak adlandırılan Kale'de rastlamaktayız. Günümüze kadar ulaşan Hitit sur parçalarından da burasının Hititlerce ilk defa kullanıldığını öğrenmiş oluyoruz.
devamını oku >

Şimdi Reklamlar

HTML/CSS Döken: Türkoğlu-Türk - Türkoğlu-Türk -//- Çizim: 6Noran - 6noran.com // 2012 - 2013
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol