Afyonkarahisar

avrupa birligi ruyasi

AVRUPA BİRLİĞİ RÜYASI

Bugün bir haber dikkatimi çekti; Almanya Başbakanı Angela Markel, Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen Almanya – Fransa Buluşması’nda, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktıklarını söyledi. Fransa’nın bizim AB üyeliğimize şiddetle karşı çıktıklarını zaten biliyorduk fakat böylece Almanya’nın da bizi istemediğini görmüş ve öğrenmiş olduk.

Başbuğ Atatürk’ün bedensel varlığının bu dünyadan ayrılmasından sonra pek çok konuda maalesef kararlı ve milli bir duruş gösteremeyen Türkiye için belki de en yanlış, eksik ve hatta acemice politika Avrupa Birliği konusunda sergilenmiştir. Hiçbir ülkenin aklı başında yöneticisi, kendi ülkesinin milli değerlerini ve milli onurunu bir başka ülke veya millet için hiçe saymaz ama bizim şu gelmiş geçmiş yöneticilerimizdeki AB taassubu yüzünden uluslar arası camiada milli gururumuz yerlere serildi.

AB rüyasına 1963’de daldık. İlk defa 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında Ankara’da imzalanan anlaşma ile Türkiye ve Türk Milleti için AB rüyası başlamış oldu. O gün bugün bir Avrupa Birliğidir tutturmuş gidiyoruz. Fakat geçen 46 yıldır bir arpa boyu yol alamadık. O zaman da müzakereler devam ediyor diyorlardı, şimdi de aynısını söylüyorlar. Arada hiçbir fark yok, hiçbir ilerleme kaydedemedik.

Geçen bu süre içerisinde hiç kimse çıkıp yaşananları düşünmüyor olsa gerek ki bizim AB’ye neden kesinlikle girmemiz gerektiği sorusuna kimse bir cevap vermiyor. AB ülkeleri arasında Bulgaristan, Romanya, Estonya, Slovakya, Çekoslavakya, Slovenya, gibi bizim seviyemizde bulunmayan pek çok ülke bulunmaktadır. Hatta Kıbrıs Rum Kesimi, Lüksemburg, Malta gibi bizim bir şehrimizden çok daha küçük olan bu ülkecikler bile AB üyesiyken, bizim AB üyesi olmadan onlardan çok daha ileri ve üstün olduğumuzu bizim idareciler göremiyorlar mı acaba?

Başbuğ Atatürk bu ülkeyi “tam bağımsızlık” ilkesi üzerine kurmuştu. Tam bağımsızlık demek, hiçbir şart ve koşul olmaksızın ülkenin herhangi bir dış kuvvete bağlı olmaması, tamamen kendi kendini yönetmesi demektir. Bu sebeple de Atatürk, kendinden taviz vererek AB gibi bir gruba katılmak istememiştir. Ancak Avrupalılar teklif getirirse, şartlar çerçevesinde oturup düşünülebileceğini belirtmiştir. Yani Ulu Önder, Türkiye’nin milli duruşundan bir taviz vermeyeceğini baştan şart koşmuştur. Oysa bugün içinde bulunduğumuz durum çok acıdır. Çünkü adeta AB’lilere, bizi aralarına almaları için yakarıyoruz.

Milletler ve devletlerarasında dostluk olmaz. AB’de bizim kendilerine duyduğumuz bu platonik aşkı çok iyi bir şekilde kullanmayı ihmal etmiyor. Kendisine âşık olan bir erkeği parmağında oynatan bir kadın gibi bize her istediğini yaptırıyor. AB bizden ne isterse bilfiil yerine getiriyoruz fakat bu yaptıklarımızın karşılığında hiçbir şey göremiyoruz. 1963 yılından bu yana devam eden müzakereler bir türlü sonuçlanmadı. Gidişata bakılırsa da bizim hayrımıza sonuçlanacak gibi görünmüyor.

Bizim kendilerine olan gereksiz zaafın bal gibi farkında olan AB, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bu ülkeden elbette elinden geldiğince faydalanacak. İşler istedikleri gibi gitmemeye başladığında ise tehditleri derhal hazır; müzakereleri askıya alırız. Bu zamana kadar devam eden şu müzakerelerden bir hayır görmüşüz gibi biz de aman müzakereler sona ermesin diye AB’nin her dediğine emme basma tulumba gibi kafa sallayarak cevap veriyoruz. Bu böyle devam ettiği sürece AB bizi almayı düşünüyorsa bile vazgeçer. Çünkü bizi AB’ye alırsa elinde koz kalmaz. Oysa bu şekilde, bizi AB’ye almamakla tehdit edebiliyor.

İşi mantıksal çerçevede düşünürsek bizim AB’ye giremeyeceğimiz açıkça ortaya çıkıyor. Bir kere alacak olan adam 1963’ten beri bizi AB’ye alırdı. Bunca zaman bekletmezdi. Ayrıca AB üyelerinin çoğu, dün bizimle savaşan ülkelerdi. Türkiye’nin kurulması, Osmanlı’dan toprak satın alan şimdiki AB devletlerinin hepsinin işini bozmuştur. Bugün AB bünyesinde dünyaya medeniyet dersi veren İngiltere, Fransa, Yunanistan, Romanya gibi ülkeler bize kurtuluş savaşı yıllarından düşman olan ülkelerdir. Eğer Atatürk ortaya çıkıp da Türkiye’yi kurmuş olmasaydı, özellikle İngiltere ve Fransa çok sevinecekti. Çünkü Atatürk bu ülkeleri bugün üzerinde yaşadığımız topraklardan topla tüfekle kovalayarak Türk yurdunu işgallerden kurtardı.

Şimdi nasıl olur da bizden bunca kuyruk acısı olan bu ülkeler bizi kendi aralarına kabul ederler? Hadi diyelim biz AB’ye girdik. Tutup da bize 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan gibi milli gün ve bayramlarımızı kutlamayı yasaklamayacaklarını nereden bileceğiz? Ya da illerimizin düşman işgallerinden kurtuluş günlerini? Bu günleri kutlayabilecek miyiz? İllerimiz hangi düşmanın işgalinden kurtulmuştu? Bugün AB üyesi olan ülkelerin işgalinden kurtulmuştu. Biz AB’ye girersek bu ülkelerle birlik olacağımıza göre, artık onları düşman olarak göremeyeceğiz ve buna göre de bu günleri belki de kutlayamayacağız.

Eşit şartlar altında, karşılıklı milli çıkarlar ilkesi esas alınarak diğer devletlerle işbirliği yapılabilir. Buna hiç kimsenin itirazı olamaz. Fakat tamamen kendimizden tavizler vererek, tıpa tıp Avrupalılara özenip onlar gibi olmaya çalışarak Avrupa Birliği’ne dâhil olmaya çalışmak, tek kelimeyle milli bir intihar demektir. Her milletin kendine has bir yaşam şekli, kültürü, tarihi ve adetleri vardır. Biz Türklüğü, yani kendimize has yaşam şeklini ve tarihimizi hiçe sayıp AB’ye gireceğiz diye Avrupalıları kendimize örnek alırsak, Ulu Önder Atatürk’ün de söylediği gibi başka milletlerin kölesi olmaya mecbur kalırız.

Batılı devletlerin bize uyguladığı kültür emperyalizmini de göz ardı etmemek gerekiyor. Özellikle gençlerimizin mayasını batı özentiliği üzerine kurmaya çabalayan Avrupa ülkeleri, kendi müziklerini, kendi kültürlerini ve kendi tarihlerini bizim gençlerimize maalesef bir üstünlük sebebi gibi göstermeye uğraşıyor. Üstelik bunu yarı yarıya da başarmış durumda. Bugün üzerindeki giyeceklerinde İngiltere, Amerika veya Yunanistan Bayrağı taşıyarak kendini bilmez bir soytarı gibi ortalıkta dolaşan sözde Türk gençleri varsa, batı ne yazık ki bunu başarmış demektir.

Bu ve buna benzer durumların ana sebebi, milli şuurdan ve milli bilinçten eksik olmaktır. Biz, kendi tarihimizin büyüklüğünü, Atalarımızın ululuğunu layıkıyla kavrayabilirsek, o zaman batılının ve diğer yabancıların geçmişlerindeki cücelere “büyük adam” diye bakmaktan vazgeçeriz. Yabancılara karşı hayranlık beslemek, üzerinde yabancı yazılar ve bayraklar olan giyecekleri giymek, yabancı ülkeleri ve bu ülkelerin tarihlerini dev aynasında görmek, günlük, hayatın içinde konuştuğumuz Türkçe’ye bin bir yabancı sözcük katıp dilimizi bozan, yazı yazarken bile Türk alfabesinde bulunmayan harfleri kullanıp hiç farkında olmadan kendi milli kimliğini aşağılayan kimseler, kesinlikle bir aşağılık ve zavallılık kompleksine kapılmış demektir. Şahsi kanaatimce bu tür zayıf kişilikli insanlara, içlerine düştükleri bu kötü hâlden dolayı sadece acınır. Çünkü onlar, kendilerini başkalarından daha aşağı ve adi görüyorlardır.

İşte hiçbir şart ve koşula bakmaksızın AB’ye girmek isteyen, AB’ye girelim de nasıl olursak olalım diyen zavallıların psikolojileri, bu eziklik ve aşağılık duygusundan kaynaklanmaktadır. Kendilerini aşağı ve hakir görenler, her zaman başkalarının kanatları altında olmak isterler. Bu, bütün zayıf insanların ortak özellikleridir. AB’nin kullandığı insanlar da işte bu yapıdaki insanlardır. Oysa milli bilinci ve kendine güveni tam olan bir kişiyi ya da milleti ne AB, ne de diğer yabancı güçler asla kullanamazlar.

Türkiye’nin kayıtsız şartsız AB’ye girmesini istemek demek, Türk milli kimliğinin baltalanmasını istemek demektir. Onlar Avrupalı, biz ise Türk’üz. Onlarla bir arada kardeş kardeş yaşayabilmemiz bana göre gerçekten çok zordur. Zaten onların da bizi aralarına almak gibi bir niyetlerinin olmadığı çok belli oluyor. Durmadan yolumuza taş koyuyorlar. İşte en son da Almanya bizim AB üyeliğimize karşı çıktı. Fransa ve İngiltere bu işe en başından beri karşılar zaten. Biz ise, istenmediğimiz bu oluşuma girmek için ısrar ederek yüzsüzlük yapıyoruz sadece. Ve AB düşüyle esriyip kendimizi elin batılı ifritlerine kullandırtıyoruz.

Şunu unutmamak gerekir ki, kalkınma sadece milli olur. Milli kalkınmanın dışında, şunun bunun kurduğu birliklere dâhil olarak hiçbir ülke kalkınmaz. Başbuğ Atatürk, hiçbir milletin ecnebilerin omuzlarında yükselemeyeceğini söylemiştir. Biz, Türk evlatları olarak şüphesiz o Ulu Önderin izinden gitmeliyiz. O ise bize, kalkınmanın sadece milli yükselişle olabileceğini, başka milletlere ve devletlere bağlı olarak hiçbir milletin ilerleyip kalkınmayacağını söylemiştir.

O hâlde artık bu AB rüyasından uyanmanın çağı gelmiştir. İlerlemek ve gelişmek için tek yol, milli kalkınmadır. Başkalarına güvenerek planlanan bir ilerleme, her zaman hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur.


Buğra Şad

11 Mayıs 2009
Bugün bir haber dikkatimi çekti; Almanya Başbakanı Angela Markel, Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen Almanya – Fransa Buluşması’nda, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktıklarını söyledi. Fransa’nın bizim AB üyeliğimize şiddetle karşı çıktıklarını zaten biliyorduk fakat böylece Almanya’nın da bizi istemediğini görmüş ve öğrenmiş olduk.

Başbuğ Atatürk’ün bedensel varlığının bu dünyadan ayrılmasından sonra pek çok konuda maalesef kararlı ve milli bir duruş gösteremeyen Türkiye için belki de en yanlış, eksik ve hatta acemice politika Avrupa Birliği konusunda sergilenmiştir. Hiçbir ülkenin aklı başında yöneticisi, kendi ülkesinin milli değerlerini ve milli onurunu bir başka ülke veya millet için hiçe saymaz ama bizim şu gelmiş geçmiş yöneticilerimizdeki AB taassubu yüzünden uluslar arası camiada milli gururumuz yerlere serildi.

AB rüyasına 1963’de daldık. İlk defa 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında Ankara’da imzalanan anlaşma ile Türkiye ve Türk Milleti için AB rüyası başlamış oldu. O gün bugün bir Avrupa Birliğidir tutturmuş gidiyoruz. Fakat geçen 46 yıldır bir arpa boyu yol alamadık. O zaman da müzakereler devam ediyor diyorlardı, şimdi de aynısını söylüyorlar. Arada hiçbir fark yok, hiçbir ilerleme kaydedemedik.

Geçen bu süre içerisinde hiç kimse çıkıp yaşananları düşünmüyor olsa gerek ki bizim AB’ye neden kesinlikle girmemiz gerektiği sorusuna kimse bir cevap vermiyor. AB ülkeleri arasında Bulgaristan, Romanya, Estonya, Slovakya, Çekoslavakya, Slovenya, gibi bizim seviyemizde bulunmayan pek çok ülke bulunmaktadır. Hatta Kıbrıs Rum Kesimi, Lüksemburg, Malta gibi bizim bir şehrimizden çok daha küçük olan bu ülkecikler bile AB üyesiyken, bizim AB üyesi olmadan onlardan çok daha ileri ve üstün olduğumuzu bizim idareciler göremiyorlar mı acaba?

Başbuğ Atatürk bu ülkeyi “tam bağımsızlık” ilkesi üzerine kurmuştu. Tam bağımsızlık demek, hiçbir şart ve koşul olmaksızın ülkenin herhangi bir dış kuvvete bağlı olmaması, tamamen kendi kendini yönetmesi demektir. Bu sebeple de Atatürk, kendinden taviz vererek AB gibi bir gruba katılmak istememiştir. Ancak Avrupalılar teklif getirirse, şartlar çerçevesinde oturup düşünülebileceğini belirtmiştir. Yani Ulu Önder, Türkiye’nin milli duruşundan bir taviz vermeyeceğini baştan şart koşmuştur. Oysa bugün içinde bulunduğumuz durum çok acıdır. Çünkü adeta AB’lilere, bizi aralarına almaları için yakarıyoruz.

Milletler ve devletlerarasında dostluk olmaz. AB’de bizim kendilerine duyduğumuz bu platonik aşkı çok iyi bir şekilde kullanmayı ihmal etmiyor. Kendisine âşık olan bir erkeği parmağında oynatan bir kadın gibi bize her istediğini yaptırıyor. AB bizden ne isterse bilfiil yerine getiriyoruz fakat bu yaptıklarımızın karşılığında hiçbir şey göremiyoruz. 1963 yılından bu yana devam eden müzakereler bir türlü sonuçlanmadı. Gidişata bakılırsa da bizim hayrımıza sonuçlanacak gibi görünmüyor.

Bizim kendilerine olan gereksiz zaafın bal gibi farkında olan AB, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bu ülkeden elbette elinden geldiğince faydalanacak. İşler istedikleri gibi gitmemeye başladığında ise tehditleri derhal hazır; müzakereleri askıya alırız. Bu zamana kadar devam eden şu müzakerelerden bir hayır görmüşüz gibi biz de aman müzakereler sona ermesin diye AB’nin her dediğine emme basma tulumba gibi kafa sallayarak cevap veriyoruz. Bu böyle devam ettiği sürece AB bizi almayı düşünüyorsa bile vazgeçer. Çünkü bizi AB’ye alırsa elinde koz kalmaz. Oysa bu şekilde, bizi AB’ye almamakla tehdit edebiliyor.

İşi mantıksal çerçevede düşünürsek bizim AB’ye giremeyeceğimiz açıkça ortaya çıkıyor. Bir kere alacak olan adam 1963’ten beri bizi AB’ye alırdı. Bunca zaman bekletmezdi. Ayrıca AB üyelerinin çoğu, dün bizimle savaşan ülkelerdi. Türkiye’nin kurulması, Osmanlı’dan toprak satın alan şimdiki AB devletlerinin hepsinin işini bozmuştur. Bugün AB bünyesinde dünyaya medeniyet dersi veren İngiltere, Fransa, Yunanistan, Romanya gibi ülkeler bize kurtuluş savaşı yıllarından düşman olan ülkelerdir. Eğer Atatürk ortaya çıkıp da Türkiye’yi kurmuş olmasaydı, özellikle İngiltere ve Fransa çok sevinecekti. Çünkü Atatürk bu ülkeleri bugün üzerinde yaşadığımız topraklardan topla tüfekle kovalayarak Türk yurdunu işgallerden kurtardı.

Şimdi nasıl olur da bizden bunca kuyruk acısı olan bu ülkeler bizi kendi aralarına kabul ederler? Hadi diyelim biz AB’ye girdik. Tutup da bize 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan gibi milli gün ve bayramlarımızı kutlamayı yasaklamayacaklarını nereden bileceğiz? Ya da illerimizin düşman işgallerinden kurtuluş günlerini? Bu günleri kutlayabilecek miyiz? İllerimiz hangi düşmanın işgalinden kurtulmuştu? Bugün AB üyesi olan ülkelerin işgalinden kurtulmuştu. Biz AB’ye girersek bu ülkelerle birlik olacağımıza göre, artık onları düşman olarak göremeyeceğiz ve buna göre de bu günleri belki de kutlayamayacağız.

Eşit şartlar altında, karşılıklı milli çıkarlar ilkesi esas alınarak diğer devletlerle işbirliği yapılabilir. Buna hiç kimsenin itirazı olamaz. Fakat tamamen kendimizden tavizler vererek, tıpa tıp Avrupalılara özenip onlar gibi olmaya çalışarak Avrupa Birliği’ne dâhil olmaya çalışmak, tek kelimeyle milli bir intihar demektir. Her milletin kendine has bir yaşam şekli, kültürü, tarihi ve adetleri vardır. Biz Türklüğü, yani kendimize has yaşam şeklini ve tarihimizi hiçe sayıp AB’ye gireceğiz diye Avrupalıları kendimize örnek alırsak, Ulu Önder Atatürk’ün de söylediği gibi başka milletlerin kölesi olmaya mecbur kalırız.

Batılı devletlerin bize uyguladığı kültür emperyalizmini de göz ardı etmemek gerekiyor. Özellikle gençlerimizin mayasını batı özentiliği üzerine kurmaya çabalayan Avrupa ülkeleri, kendi müziklerini, kendi kültürlerini ve kendi tarihlerini bizim gençlerimize maalesef bir üstünlük sebebi gibi göstermeye uğraşıyor. Üstelik bunu yarı yarıya da başarmış durumda. Bugün üzerindeki giyeceklerinde İngiltere, Amerika veya Yunanistan Bayrağı taşıyarak kendini bilmez bir soytarı gibi ortalıkta dolaşan sözde Türk gençleri varsa, batı ne yazık ki bunu başarmış demektir.

Bu ve buna benzer durumların ana sebebi, milli şuurdan ve milli bilinçten eksik olmaktır. Biz, kendi tarihimizin büyüklüğünü, Atalarımızın ululuğunu layıkıyla kavrayabilirsek, o zaman batılının ve diğer yabancıların geçmişlerindeki cücelere “büyük adam” diye bakmaktan vazgeçeriz. Yabancılara karşı hayranlık beslemek, üzerinde yabancı yazılar ve bayraklar olan giyecekleri giymek, yabancı ülkeleri ve bu ülkelerin tarihlerini dev aynasında görmek, günlük, hayatın içinde konuştuğumuz Türkçe’ye bin bir yabancı sözcük katıp dilimizi bozan, yazı yazarken bile Türk alfabesinde bulunmayan harfleri kullanıp hiç farkında olmadan kendi milli kimliğini aşağılayan kimseler, kesinlikle bir aşağılık ve zavallılık kompleksine kapılmış demektir. Şahsi kanaatimce bu tür zayıf kişilikli insanlara, içlerine düştükleri bu kötü hâlden dolayı sadece acınır. Çünkü onlar, kendilerini başkalarından daha aşağı ve adi görüyorlardır.

İşte hiçbir şart ve koşula bakmaksızın AB’ye girmek isteyen, AB’ye girelim de nasıl olursak olalım diyen zavallıların psikolojileri, bu eziklik ve aşağılık duygusundan kaynaklanmaktadır. Kendilerini aşağı ve hakir görenler, her zaman başkalarının kanatları altında olmak isterler. Bu, bütün zayıf insanların ortak özellikleridir. AB’nin kullandığı insanlar da işte bu yapıdaki insanlardır. Oysa milli bilinci ve kendine güveni tam olan bir kişiyi ya da milleti ne AB, ne de diğer yabancı güçler asla kullanamazlar.

Türkiye’nin kayıtsız şartsız AB’ye girmesini istemek demek, Türk milli kimliğinin baltalanmasını istemek demektir. Onlar Avrupalı, biz ise Türk’üz. Onlarla bir arada kardeş kardeş yaşayabilmemiz bana göre gerçekten çok zordur. Zaten onların da bizi aralarına almak gibi bir niyetlerinin olmadığı çok belli oluyor. Durmadan yolumuza taş koyuyorlar. İşte en son da Almanya bizim AB üyeliğimize karşı çıktı. Fransa ve İngiltere bu işe en başından beri karşılar zaten. Biz ise, istenmediğimiz bu oluşuma girmek için ısrar ederek yüzsüzlük yapıyoruz sadece. Ve AB düşüyle esriyip kendimizi elin batılı ifritlerine kullandırtıyoruz.

Şunu unutmamak gerekir ki, kalkınma sadece milli olur. Milli kalkınmanın dışında, şunun bunun kurduğu birliklere dâhil olarak hiçbir ülke kalkınmaz. Başbuğ Atatürk, hiçbir milletin ecnebilerin omuzlarında yükselemeyeceğini söylemiştir. Biz, Türk evlatları olarak şüphesiz o Ulu Önderin izinden gitmeliyiz. O ise bize, kalkınmanın sadece milli yükselişle olabileceğini, başka milletlere ve devletlere bağlı olarak hiçbir milletin ilerleyip kalkınmayacağını söylemiştir.

O hâlde artık bu AB rüyasından uyanmanın çağı gelmiştir. İlerlemek ve gelişmek için tek yol, milli kalkınmadır. Başkalarına güvenerek planlanan bir ilerleme, her zaman hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur.


Buğra Şad

11 Mayıs 2009


 

Afyonkarahisar

İlk yerleşim izine, II. Murşil'in Arzava seferinde kullanıldığından bahsedilen ve Hapanova (Yüksek Tepe) olarak adlandırılan Kale'de rastlamaktayız. Günümüze kadar ulaşan Hitit sur parçalarından da burasının Hititlerce ilk defa kullanıldığını öğrenmiş oluyoruz.
devamını oku >

Şimdi Reklamlar

HTML/CSS Döken: Türkoğlu-Türk - Türkoğlu-Türk -//- Çizim: 6Noran - 6noran.com // 2012 - 2013
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol