Afyonkarahisar

ahmet cavus

SINIRKOY( TINAZTEPELI AHMET CAVUS )


                                       Sayın Osman ÜNLÜ;
        M.Kemal ATATÜRK Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Şehit Asker Abidesi için şu sözleri ifade etmektedir.
Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Muharebesi Türk tarihinin en mühim bir dönüm noktasını teşkil eder. Tarihi millîmiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada ihraz ettiği zafer kadar neticei kat'iyeli ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kat'i tesirli bir meydan muharebesi hatırlamıyorum.
Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada tarsin olundu. Hayatı ebediyesi burada tetviç olundu. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada pervaz eden şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır. Burada esasını vâzettiğimiz ''Şehit Asker'' âbidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu âbide, Türk vatanına göz dikeceklere Türk'ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.
Okulumuz idaresi olarak Türk Cumhuriyeti’nin temelinin atıldığı topraklar olan şehrimiz Afyonkarahisar’ın Kurtuluş Savaşındaki yeri ve önemi ile  Afyonkarahisar’lı kahramanlarımızın genç nesillere aktarımının yapılabilmesi için üzerimize düşen ahde vefa görevini yerine getirebilme çalışmaları içerisindeyiz. Bu amaçla okulumuz yerleşkesinde oluşturmaya çalıştığımız şeref köşesinde Yunan Başkomutanı Trikopis’i esir eden babanız Ahmet Çavuş’u yad edebilme düşüncesi ile desteklerinizi saygı ile bekliyoruz.
                                                               
                                                               Hüseyin ERTAŞ
                                                                 M.Yardımcısı
                                                               

AHMET ÇAVUŞ UNUTULMAYACAK 

 

Avustralya’da yaşayan Afyonkarahisarlı İbrahim Kazal, Afyon Lisesi’ne, Kurtuluş Savaşında Yunan Generali Trikopis’i esir alan Afyonkarahisarlı Gazi Ahmet Çavuş’un köşesini yaptırıyor. Gazi Ahmet Çavuş’un köşesi yapma fikri geçtiğimiz aylarda Afyon Lisesi Müdür Yardımcısı Hüseyin Ertaş ile Avustralya’ da yasayan hemşehrimiz İbrahim Kazal’ın Afyonkarahisar’da bir araya gelmesi ile başladı. Kazal, birlikte Afyon Lisesi’ni gezerlerken Müdür Yardımcısı Ertaş’a; “Hocam, Yunan Generali Trikopis’i yakalayan Gazı Ahmet Çavuş adına, okulunuza finansını sağlamamız halinde bir köşe yaptırmayı düşünür müsünüz” teklifinde bulundu. Bu teklifin ardından Müdür Yardımcısı Ertaş, Ahmet Çavuş hakkında uzunca bir araştırma yaptı. Araştırma sonucu Afyon Lisesi’ne Gazi Ahmet Çavuş Köşesi yapılmasına karar verildi.
Kurtuluş Savaşımızda Yunan Başkomutanı TRİKOPİS ve Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş
 

Ailesi çok sevindi
Okul yönetimi, Gazi Ahmet Çavuş’ un torunu ULKAR Holding Mütevelli heyeti Başkanı Ahmet Ünlü’ye; Dedesi Gazı Ahmet Çavuş adına okulda köşe açma talep yazısı gönderdi.
Ahmet Ünlü, Dedeleri Ahmet Çavuş adına Afyon Lisesine bir köşe açılmasının kendisini ve akrabalarını çok mutlu edeceğini ifade ederek; “Ahmet Çavuş sadece bizim değil, tüm Afyonkarahisarlıların atasıdır. Bir değirmencinin İstiklal Savaşında neler yapabileceğini göstermiş bir Afyonkarahisarlıdır. Ahmet Çavuş sadece bizim değil tüm Afyonkarahisar’ın gururudur” ifadelerini kullandı. Ahmet Ünlü, bu köşenin yapılması için ne gerekiyorsa yapacağını söyledi.
Madalyası da köşede sergilenmek için satın alındı
Yapılan çalışmalar sonucunda, Gazi Ahmet Çavuş’un büstünün bulunduğu, hayatını anlatan köşe tamamlandı. Ayrıca Ahmet Çavuş’un Yunan Generali Trikopis’i yakalaması nedeniyle kendisine verilen madalya ile Yunan Generali’nin madalyası da hemşehrimiz İbrahim Kazal tarafından satın alınarak yapılan köşeye dahil edildi. Köşenin Avustralya’daki hemşehrimiz İbrahim Kazal tarafından bugün Afyon Lisesi’ne montajı yapılacak. Köşenin resmi açılışı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda gerçekleştirilecek.


Kaynak:http://www.afyonhaber.com/genel/ahmet-cavus-unutulmayacak.htm

Ahmet Çavuş KöşesiAfyonkarahisar tarihinde unutulmuş bir kahramanı tanıtacağız. Ahmet Çavuş deyince pek çoğumuz için belki bir anlam ifade etmez, Yunan Başkomutanı Trikopis’i esir eden Ahmet Çavuş dediğimizde ise belki bir merak uyandırabiliriz. Onu tanımak için öncelikle dönemin gazetelerinde çıkan onunla yapılan ropörtajlara bakmakta fayda var.

YUNAN BAŞKUMANDANI TRİKOPİS'İ ESİR EDEN ASKERİMİZ: AHMET ÇAVUŞ Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır: - Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayıp davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim. Sordular: - Ne kadar kuvvetiniz var? dediler. - Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz. - Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler. - Alay kumandanıyım, dedim. Rütbemi sordular? - Başçavuş... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı. Hayretlerini gidermek için devam ettim: - Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler. Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu: - Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun? - Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!... Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı: - Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı... Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum. Gazi Ahmet Çavuşun oğlu Osman Ünlü anlatıyor;
Babam Ahmet Çavuş’un Doğum tarihi 1890’dır. Ana adı Ayşe, baba adı Halil’dir.
Ahmet Çavuş’un dört erkek, iki kız olmak üzere altı çocuğu olmuş.. En büyüğümüz Cemalettin ÜNLÜ (Bir zamanlar yayımlanan ULUS Gazetesinin Yazı işleri Md. ve Kıbrıs Basın Ataşesi )ve ablamız Hatice ile en küçük kardeşimiz Müfide öldü. Üçüncü çocuğu ben Osman, dördüncü çocuğu Selçuk ve beşinci çocuğu Vedat, İzmir’de yaşıyoruz.
Halil Dedem; SINIR Köyündeki (şimdiki adı TINAZTEPE) arazisi ve değirmeni olan zatmış. Öldükten sonra değirmenin bahçesine gömülmüş. Eskiden’Hacı Beşirlerin Değirmeni’ olarak anılırdı
Babamın ağabeyi Abdullah amcam, Yemen’de şehit olmuş. Diğer ağabeyi Mehmet amcam, Osmanlı Ordusunda başladığı askerlik görevinde Rumeli ve İstanbul’da görev yapıyor. Kurtuluş Savaşına katılıyor, sonra tabur komutanı rütbesiyle (kıdemli binbaşı) ordudan ayrılıyor ve Ayvalık’ta kurulan Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na getiriliyor. Bir diğer ağabeyi Osman amcam; gözünü çiçek hastalığından kaybetmiş; onun için o sıralar askerlikten muaf tutulmuş ve değirmeni çalıştırmış. 1925 yılında ekonomik sıkıntı nedeniyle değirmen satılmış. Ablaları Atike ve Şerife ise asker eşleri olarak Afyon’da yaşamışlar.
Babam Ahmet, altı yaşlarında yetim kalmış, sekiz yaşlarında, babaannemle, osıralarda Rumeli’nde Tabur Komutanı olan amcam Mehmet’in İstanbul’daki evine gitmişler.
İstanbul’da Mehmet amcamın ve bacanağının (amcamın bacanağı da tabur komutanı imiş.) küçük çocukları ile ilgilendiğinden, uzun süre çocukların ve ailenin başında durmuş ve okula gitme şansı bulamamış; ta ki amcamın ve bacanağının, İstanbul’a tayinleri çıkana kadar.
Babamın ilgilendiği bu çocuklardan biri, Mehmet amcamın oğlu Celalettin (ÜNSELİ ) daha sonra 1953’de Diyarbakır valisi oldu. Diğeri ise 1957’de Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hamdullah Paşa’dır.
Ağabeyi Mehmet Rumeli’nden İstanbul’a döndükten sonra, babam Jandarma okuluna yazdırılmış. Askerlikle beraber okulda terzilik eğitimi almış. Balkan bozgunundan sonra okul kapatılmış. Babam eşkıya takibinde görevlendirilmiş. İlk görev yeri Bandırma ve civarı…
Aklımda kalan bir hatırası şöyle: Türk eşkiyayı sıkıştırmışlar. Eşkiya babama seslenmiş; “Atma çavuş atma. Karşıda Rum eşkiya Yorgi var. Ben orduya kızanlarımla beraber katılayım. Hep beraber, memleketi kâfirlerden temizleyelim.” diye seslenmiş ve katılımdan sonra, bölge Rum eşkiyadan arındırılmış.
Daha sonra Çanakkale savunmasında bulunmuş. Ordular dağılınca, kafasında planladığı gibi hareket edip, önce Afyon’a gelmiş, sonra Ankara’da düzenli orduya katılmış.
Babamın 18 yıllık askerlik hayatının özeti (bu zamana jandarma okulu da dahil)kendi ağzıyla şöyledir:
‘Rumeli bozgunundan sonra okul dağıldı. Ben Marmara bölgesi eşkıya takibine görevlendirildim. Daha sonra Edirne’nin kurtarılmasında bulundum. Birinci cihan harbi sonucu ordular dağıtılınca, Afyon Sinirköy’deki (şimdiki adı Tınaztepe) değirmenimize, geceleri yaya giderek vardım. Daha sonra Afyon’a geçtim. Afyon Yunan işgalinde… Asker geldi diye, Yunan merkez komutanlığına ihbar etmişler. Eve gelen Yunan askerleri beni alıp, merkez komutanlığına götürdüler. Orada iki gün işkence gördüm. Asker olmadığımı, köyde yaşayıp, orada değirmencilik yaptığımı söyledim. Köyden getirilen muhtar ve köylüler, söylediklerimin doğru olduğunu teyit ettikleri için, beni bıraktılar. Serbest kalınca yine yaya olarak, Ankara’da toplanan birliğe katıldım.
İnönü harbinde; Çöğürler mevkiinde yaralandım. Dört ay kadar hastanede kaldım.İyileşerek kıtama katıldım.
Sakarya muharebesinde Yunan’ı kaçırınca, Afyon taarruzuna hazırlıklarımız başladı.
26 Ağustos 1922 de Kocatepe’de başlayan Afyon taarruzunda, Yunan kaçmaya başlayınca; biz de durmalarına engel olmak için, devamlı kovaladık.
Ta ki 29.30.31 Ağustos 1922 Dumlupınar Başkomutan Meydan Muharebesinde, tekrar karşı karşıya harbe tutuşana ve yenene kadar.
2 Eylül 1922 günü tabur komutanımız tarafından, keşif kolu komutanı olarak görevlendirildim. Usta erlerden bir manga ekip yaptım. Komutanıma hazır olduğumu bildirdim. Komutanım bana “bak Ahmet Çavuş, bu keşif diğerleri gibi değil.Biliyorsun düşmanı bozduk. Her tepenin ardından, kaçan düşman çıkabilir. Çıkan, düşman komutanı ve efradı, yani karargâhı olabilir. Sakın ha… Çavuşum falan deme.Alay komutanı olduğunu ve etrafınızı çevirdim. Teslim olmazsanız imha edeceğim diyeceksin” diye talimat verdi.
Keşfe çıktık. Bir süre sonra, yabancı sesler duydum. O istikamete yürüdük.
Yaklaştıkça sesler yükseliyordu. Hemen ter-tibatı aldım. Altı erimi tepenin arkasına yerleştirdim. Üç eri yanıma alıp tepeyi aşarak, karşılarına dikildim. “Teslim olun” diye bağırdım. Yunan başkomutanı olduğunu sonradan öğrendiğim kişi, tercümanı vasıtasıyla, benim söylediklerimi öğrenince bana rütbemin ne olduğunu sordu. ”Alay komutanı olduğumu, teslim olmazlarsa imha edeceğimizi” söyledim. Ben de bu arada kaç kişi olduklarına bakıyordum ki; Rumca kendi mahiyetine “teslim oluyoruz” diye bağırdı. Tercüman da bize Türkçe bildirdi. Bu arada yirmi kadar Yunan subayı atlarını ters yöne çevirip kaçtılar. Teslim olan grubu attan indirtip, silah ve kılıçlarını toplattım. Tarafımızdan Yunan komuta heyetine ne kötü söz söylendi ne de darp yapıldı.Yaya olarak Uşak yoluna vadi arasından giderken; Dadaylı Halit Albay’ın süvari birliği ile karşılaştık. Dadaylı “Ben atla birlikte Gazi Paşa’ya daha çabuk götürürüm”deyince, ben de esir aldığım Yunan komuta gurubunu teslim ettim. Teslim ettiğim yer; Uşak merkeze on-on beş km mesafede, Afyon’dan Uşak’a gidiş yönünde, sağ tarafta içerde, suni göle giderken, yol üzerindeki köyün meydanıdır.’ (Şimdi bu köy meydanındaki anıtın üzerinde, ”Yunan başkomutanı ve ekibinin, süvari komutanı Dadaylı Halit Albay’a teslim edildiği yer” diye yazar. Dikkatinizi çekerim.Esir değil, teslim alındığı yerdir. Çünkü daha sonra, esir alınan Yunan komuta gurubu, Dadaylı Halit Albay’a mal edilmek istenmiştir.) ‘Esir alınan komuta gurubundan iki general daha bulunuyordu. Birisinin adı
Tümgeneral Diyenis’tir.’ (Bu Yunan paşasının saati, babama hediye edilmiştir.)
1941 yılında, ikinci cihan harbinde, Alman işgalinden kaçan Yunanlılardan bir kafile, Afyon’da misafir edildiler. Bunların ziyaretine gittik. İçlerinden birisi, Afyon işgalinde bulunmuş ve babamın esir aldığı komuta gurubunda imiş. Emekli Yunan Albayı, babamı tanıdı. Evimize yemeğe davet ettik. Güzel Türkçe konuşuyordu. Babama söylediği şu sözünü hiç unutmadım. ”Siz Yunanistan’da böyle bir kahramanlık yapsaydınız, hükümet sizi ihya ederdi.” Babam ise, “Biz Türklerin hepsi benim gibidir. Biz karşılık beklemeden vatani görevimizi yaparız” diye cevap verdi.
Babam askerlik hatıralarını kendiliğinden anlatmaz ancak, sorulduğunda cevaplardı.Babam da Trikopis’ten bugünlere kadar kalan eşya yoktur. Trikopis esir edildiğinde giysileri ve çizmesi babama verilmiş. O da bunları kullanmış ve eskimişler. (Bu bilgiyi zamanında kendisi ile görüşen gazetecilere de vermiş.). Ayrıca Diyenis’in olduğu söylenen bir saat var. Babam saati düşürdüğü için hasarlı durumda…
İstanbul’da büyüyüp 30’lu yaşlarda Afyon’a dönmüş, askerden terhis olduktan sonra 34–35 yaşlarında annem Emine ( Pancar ailesinden, İkbal’in kurucusu Salim Pancar’ın kardeşi) ile evlenmiş. Jandarma okulunda aldığı eğitimden başka eğitimi yok. Elimizde diploması gibi bir belge bulunmamaktadır.
Afyon’da ki yakın arkadaşları konusunda bir şey hatırlamıyorum.
Askerlik bittikten sonra, Kolordu komutanlığı; o zamanki adı kumpanya olan, Devlet Demiryollarına yerleştirelim demiş. Anneannem; kızım gurbete gider, diye; razı olmamış.
Kolordu komutanı Derviş Paşa, babamı Atatürk’e takdim etmiş. Atatürk ,
Ahmet Çavuş; dile benden ne dilersen” demiş.
Babam da “Allah’tan sizin sağlığınızı ve vatanın kurtulmasını isterim. Bu bize yeter.” demiş.
Atatürk; Derviş Paşa’ya (Afyon kolordu komutanı olduğunda) “Ahmet Çavuş’a yardımcı ol” diye emir vermiş.
Sonradan babama İstiklal Madalyası verilmiş ve yardımda bulunulmuş. Evimiz, Yunan işgali sırasında Yunan askerleri tarafından askeri gazino olarak kullanılmış, kaçarken tahrip etmişler. Ancak daha sonra tahrip edilen evimiz, kolordu tarafından tamir edilmiştir.”
Sonra hapishanede başgardiyan olarak, işe başlamış. Yaşı elli beşi bulunca, işine son verilmiş. Ne emeklilik var, ne ikramiye. Adeta boşlukta bırakılmış.1946 yılında vilayet, nokta bekçiliğinde görev verildi. Biz yetişinceye kadar bu görevde kaldı.
Babam 18 Mayıs 1956’da vefat etti. Kendisi; Abdülhamit’in indirilişi harekâtına katılan, Hareket ordusu komutanı Mahmut Şevket Paşa’yı vuran kişiyi; İstanbul’da adını hatırlayamadığım bir hanın tuvaletinde yakalayan ekibin de içinde bulunmuştur.
Afyon’da ki evimiz ‘Ulu Camii Caddesi No:20 adresinde idi. Şu anda artık bu adreste ev yok. Yakın zaman öncesinde belediye tarafından yıkılmış ne yazık ki…
Ben, oğlu Osman Ünlü, 1950 yılında Eskişehir Hava Kuvvetleri Astsubay okuluna gittim.
Babamın bana anlattığı askerlik hatıraları 1940–1949 yılları olduğundan, eksiğivardır, fazlası yoktur.
Şimdilik başka hatırladığım bir olay yok.
Selamlar. (1 )
Gazi Ahmet Çavuş’un Oğlu
Osman ÜNLÜ – 09.03.2007
Ahmet Çavuş’un esir aldığı Yunan Başkomutanı Trikopis’de 1952 yılında Atina’da kendisi ile röpörtaj yapan gazeteci Hıfzı Topuz’a esir olmasını şöyle anlatır.
— Türk ordusunun bu beklenmedik kuvveti karşısında birliklerimiz perişan olmuştu.
Yan birliklerle de irtibatı kaybetmiştik. Cephanemiz tükenmek üzereydi. Neşrettiğim bir günlük emirle sonuna kadar muharebeye devam edilmesini askere tebliğ etmiştim. Vaziyetimiz gittikçe müşkülleşiyordu. Asker yorgundu. Kimsede muharebeye devam arzusu kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı'ndan beri durmadan çarpışan Yunan ordusunun maneviyatı hayli sarsılmıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı.
Askeri zorla, inanmadığı bir gaye uğrunda muharebeye sürüklemekteki güçlük harbin en çetin meselelerinden birini teşkil eder. Ordunun adım adım hezimete yaklaştığını hissediyorduk. Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye gittiğini gören yaverim bir ara yanıma gelerek:
— Generalim, kılıçlarımızı imha edelim'' diye teklifte bulundu. Kılıcımı kendisine verdim. Aldı ve parçaladı.
Firar fayda etmedi,
ordu perişan olmuştu.
Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve çemberi yarmaya teşebbüs ettim. Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir oldum. Beni yakalayanlar hüviyetimi almakta güçlük çekmediler. Üzerimde bir revolver vardı. Derhal bunu anladılar. Bizde süvarilerin kılıcı atların eğerine bağlıdır. Benim bindiğim atta da böyle bir kılıç bulunuyordu. Askerler bunu da benim kılıcım zannıyla müsadere ettiler.
Bu esnada ordu perişan olmuştu. Sağ kalan birlikler dağınık bir halde İzmir'e kaçmaya çalışıyorlardı. Bu bizim için büyük bir mağlûbiyet olmuştu. Beni ilk evvelâ Garp Cephesi Kumandanı İsmet İnönü'ye götürdüler. Kendisi ile fazla bir şey konuşmadık. İnönü, beni yanına alarak Mustafa Kemal'in huzuruna çıkardı. Yunan Orduları Başkumandanlığına tayin edildiğimide bu sırada öğrendim.
Atatürk beni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecaniçindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi'nin bu esnadaki sözlerini hiçunutmayacağım:
— Üzülmeyin General, dedi. Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum.
Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirhat edin.''
Atatürk'ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük kumandana karşı içimde bir hayranlık duymaya başlamıştım.
Bundan sonra bizi Kayseri'nin Talas bölgesinde kurulan bir esir kampına sevk ettiler.’’ Trikopis’in esir olmasına dair anlattıkları bu şekilde .Daha sonra Talas esir kampında yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra Türk ve Yunan Hükümetleri arasında imzalanan esir değişimi anlaşması sonucu serbest bırakılır ve Yunanistan’a döner.Orada da Askeri Mahkeme tarafından orduyu yenilgiye uğrattığı gerekçesiyle yargılanır ve beraat eder.
Ahmet Çavuş’a gelince , soyadı kanunu çıkınca ‘’ ÜNLÜ’’ soyadını alır.Yukarda da aktardığımız gibi,günümüzde yerinde Karaman İş Merkezi’nin olduğu Afyon eski cezaevinde yıllarca gardiyanlık yaptıktan sonra yaşlandığı gerekçesiyle işine son verilir ve daha sonra vilayet kavşağında nokta bekçiliği görevinde bulunur.
Ahmet Çavuş’un hayatı Yeşilçam tarafından filme de alınır.Ama vefatından çok sonra 1972 yılında.Semih Evin’in yönettiği filmin başrollerinde Aytekin Akkaya ve Erol Taş gibi oyuncular görev alır.Film Ahmet Çavuş’un hayatından kesitler vermekle birlikte gerçekle ilgisi olmayan abartmalara da yervermektedir.
Biz Ahmet Çavuşu hatırlamazken her yıl Zafer Haftasında ilginç bir haber gözüme çarpar.
‘’ Yunan Başkomutanı Trikopis’in esir alındığı Uşak Göğem Köyü Anıtı’nda törenler yapıldı’’
Uşak merkeze bağlı Göğem Köyü'nde bulunan ve Yunan Orduları Başkomutanı Trikopis’i ve beraberindeki komuta heyetinin, esir alınışını simgeleyen, Göğem anıtı önünde anma töreni düzenlendi.
Törende yapılan konuşmalarda şunlar söylendi ;
“Uşak’ın Kurtuluşundan bir gün sonra kahraman ordularımızın Yunan ordularının Başkomutanı General Trikopis’i ve beraberinde bulunan askerleri esir almalarının 86. yıl dönümü dolayısıyla bu anlamlı Anıt önünde toplanmış bulunmaktayız.
2 Eylül 1922 günü kahraman ordumuzun taarruzları neticesinde bozguna uğrayan Yunan ordularının Başkomutanı ve komuta heyeti Aşağıkaracahisar istikametinden geri çekilirken, mahalli kahraman Çeçeli Kara Murat’ın yunan ordularının başkomutanı ve beraberindeki birlikleri ordumuzun bulunduğu Göğem köyü yakınındaki Kusra Boğazına yönlendirmesi ile 2 Eylül 1922 günü saat:22:30’da Yunan orduları Başkomutanı General Trikopis ile mahiyetinde bulunan 2. Kolordu Komutanı Albay Vandelis, Albay Kalinalis ve Kurmay Başkanları ile Yarenleri, Muzaffer Türk ordularının 5. Kafkas Tümen komutanı Kurmay Albay Dadaylı Halit bey tarafından teslim alınmıştır. Tuzağa düştüklerini anlayan Yunan askerleri Çeçeli Kara Murat’ı Aşağıkaracahisar köyü yakınlarında şehit etmişlerdir.
Haberde de okuduğumuz gibi Göğem Köyü Anıtı’nda yapılan törenlerde Ahmet Çavuş’tan hiç bahsedilmezken, Onun Trikopis’i teslim ettiği komutanı Kurmay Albay Dadaylı Halit Bey ( Akmansu), aynı yerde adına yapılan anıtta anılmakta ,Ahmet Çavuş ise adeta unutulmaya terk edilmektedir.
Büyük Taarruz’un sonrasında düşman Başkomutanı’nı esir ederek tarihe geçmiş bir Afyonkarahisar’lıyı bu şekilde hatırlatabildiysek ne mutlu bize.
Kaynaklar:
1-Kurtuluş Savaşımızda Yunan Başkomutanı Trikopis ve Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş-Aytam Yayınları-2007
2-Vatan Gazetesi-Afyonkarahisar İlavesi Nisan 1953

 
KATKIDA BULUNANLAR
İbrahim KAZAL – Bedri YANBOL – Ahmet ÜNLÜ
Osman UNLU – Orhan TURAN - Kadir DAYLIK
 
AYTAM yayınları no: 3
Mart 2007
 
Sevgili Kadir Bey,
1999 Yılında 98 yaşında kaybettiğim büyük babamdan dinlemiştim.
Yunan askerleri, Afyon Tınaztepe kasabasındaki, savaşa gidemeyecek yastaki
çocukları toplayarak, istikam çukuru kazdırmak için Tınaztepe'ye 7km
uzaklıktaki Kocatepe’nin eteklerine götürmüşler. Büyük dedem bu götürülen
çocuklardan birisinin kendisi olduğunu söyledi.
Yunan karargâhına gittiğinde, Trikopis’in kendilerini denetlediğini, bu denetleyen
kişinin Trikopis olduğunu Yunan askerlerinin disiplinlerinden anladığını ama bu
kişinin rütbelerinin üzerinde olmadığını söyledi. Bundan dolayı: Trikopis’in
rütbelerinin Türk askerleri tarafından değil, esir olursa tanınmamak için kendisinin
söktüğünü düşünüyorum.
“Alaturka sopa yemiş bir temiz” denilirken de Türk süvarisi tarafından Yunan
ordusunun bozguna uğratıldığının anlatılmaya çalışıldığını düşünüyorum.
Trikopis’in karargâhı Tinaztepe kasabası sınırları içinde olan Sivriönü mevkiindedir.
Bu karargâhın yerini orta yaş gurubundaki kasaba halkının tamamına yakını bilir.
Buradaki Yunan karargâhının bozulmasına en çok emeği geçen, harekât başlamadan
Yunan karargâh sınırlarındaki sınır tellerini kesen ve bu eylemi yaparken şehit düşen
askerimizin mezarı da kasabaya 4 – 5km uzaklıktadır.
Not: Bu şehidimizin mezarını 1968 den 1995 yıllarına kadar görüyordum. Uzun
zamandır yurt dışında olmamdan dolayı 95 yılından sonra ne durumda olduğunu
bilmiyorum.
Aytam gurubu olarak bu şehidimizin mezarını yaptırmayı düşünürseniz bende
elimden gelen yardımı yaparım.
Saygılarımı sunuyorum.
Ibrahim KAZAL - Sydney Australia – 25.01.2007
4
E-posta: 3 - Trikopis yakalandığında sopa yedi mi?
Sevgili İbrahim Kazal,
Benim babam da 1991 yılında 90 yaşında vefat etti. 1317 doğumluydu. Senin büyük
dedenle benim babam demek ki aynı yaşlardaymış. Senin anlattıklarının daha
detaylısını küçücük çocukluğumdan başlayarak ölene kadar her fırsatta anlattı.
Babamın anlattığı benzer olay şu:
Hatırladığım kadarıyla (ki unutamam çünkü çok dinledim.) babam iki ağabeyi
seferberlikte şehit olduğu ve babasız ailede tek erkek çocuk olduğu için askere
alınmamış. Ancak asker ihtiyacı artınca askere alınacakken Yunan Afyon'u işgal
etmiş. İşgalciler askerlik çağındakileri toplamış kendi cephelerine götürmüşler. Sizin
dedeniz gibi. Orada ikinci derecede askerlik görevleri vermişler. Cephe hazırlama
v.s. Yani hammallık işleri. Esaret kampı. Buraya kadarı savaş ortamın da normal.
Benim babamın anlattıklarındaki esas çarpıcı taraf bundan sonrasıdır.
Babam o devrin okumuş grubundan. İşgal olmasa belki Darülfünuna gidecek. Darül
Hilafe denilen o devrin saygın bir okulunun son sınıfında. Onu kazma, kürek, balyoz,
gibi ağır bir göreve vermişler. Verildiği gün o işi yaparken azap duyduğunu gören
Yunan yönetici ( Çavuş diyelim ) daha iyi bir göreve vermiş.
Şimdi anlatacağım daha çarpıcı. Ben babamın yalancısıyım. Bu olayı belki her
toplantıda yüzlerce defa anlattı dersem çok olmaz. Toplandıkları kamp tahminim
Kocatepe civarları. Çünkü yaya dönüş yollarını anlattığında o güzergâhı veriyor. Yani
seni dedenin anlattıklarıyla benzer. Afyon'a yaya olarak dönerken bir gece yol
üzerindeki Avren ( Akviran ) köyünde kalmış.
Gelelim nasıl kurtulduğuna.
Kamptaki tutsaklardan, gözü pek etkili bir kişi varmış. (Adını da söylerdi) Babam ona
demiş ki ağabey biz buradan kurtuluruz. Nasıl? Önümüz bayram. Bunlardan bayram
izni isteyelim. Nasıl yapalım. O gece bir iki kişi sohbet havasında değişik çadırlarda
planları yapmışlar. Babamın verdiği taktik ve o gözü pek ağabey'in kamptakileri
yönlendirmesiyle ertesi gün büyük tepki gösterilmiş. Sabah toplantısında kimse işe
çıkmamış ve kumandan diye bağırmış. Üst düzey komutanlar gelmiş. İstekler
düzgün konuşan kişilerce anlatılmış. Ve Yunan komutanca Bayram izni verilmiş.
Dönmek üzere de söz alınmış. Tabii dönmeyenlere ne yapacaklarını da anlatmışlar.
Babamın kısa esaret hayatı da son bulmuş. Kendisi geri dönmemiş ama dönenler
oldu mu bilmediği söylerdi. Bu süre içinde de Yunan devriye askerlerine
görünmemek için yakın köylerde gizlendiğini söylerdi, rahmetli. Daha sonrası
malum.
26 ağustosta Afyon'da imiş. Kurtuluş askerlerinin şehre koşarak girip koşarak
çıkışlarını anlatması ayrı anlatılacak konudur. O anları babam dışında pek çok
büyüğümden dinledim.
Selamlarımla.
Bedri Yanbol – 25.01.2007
5
E-posta: 4 - Trikopis yakalandığında sopa yedi mi?
Sevgili Daylık,
Biliyorsun Trikopis Gazi Mustafa Kemal tarafından nasıl karşılandı.
Nazım Hikmet'in şair'ce anlattığı, fiili anlamda sopa yemek değil duygusal anlamda
sopa yemektir. Duygusal anlamda elbette sopa yedi. O anlamda bizleri Anadolu'nun
ortasına hapsetmek isteyen düşüncenin tümü sopa yedi. Trikopis o düşüncenin bir
figüranıydı. Bu ara yakalanışında fiili anlamda sopa yemiş de olabilir.( Bilmiyorum,
duymadım) O onu yakalayanın o anki heyecanının ifadesi olabilir. Fiili anlamda sopa
yediyse, o anın heyecanını yaşayan o anın gururunu duyan, bir kahramanın
duygusal tepkisidir der konuyu kapatırım.
Biliyorsunuz onu ilk önce Gazi Paşa teselli etti. Sonra figüranlık görevi veren kendi
toplumu cezalandırdı. Figüranları anlatmak yerine, olayları anlatmak daha güzel.
İyisiyle kötüsüyle. Pek çok kişi olayların içinde figürandır. Trikopis' de bizim için
hazin, Yunan için utandığı olayların figüranıdır. Onun cezasını ne büyük
özelliğimizdir ki biz vermedik. Kendileri verdiler.
Nazım Hikmet o şiiri olayların acısı küllenmeden önce yazmıştı.
Cezasını çekmiş figüranları konu etmek bizim tarihimize hiç bir fayda sağlamaz. Biz
olayları ve düşünceleri konuşmalıyız. Gelin biz yakın tarihimizi insanlarla
uğraşmadan konuşalım. Ama derin tarihe ilgi duyanlar varsa,
Afyon' un Türkler öncesi,
Afyon'un Türkleşmesi İslamlaşması,
Bu dönemde ki gelişmeler,
Afyon'da izler bırakanlar,
Ve gayet tabii yakın tarih.
Afyon'un işgali.
İşgal öncesi, Kurtuluşu.
Daha sonra Afyon'un çağdaş görünümlü şehir olması buna katkı sağlayanlar.
Afyon'dan çıkan sanatçılar, siyasiler,
Afyon'un bu günü,
v.s.
Konular çok.
Selam ve sevgilerimle,
Bedri Yanbol.- 25.01.2007
6
E-posta: 5 - Sayın Bedri Bey,
Sevgili Bedri Bey,
Babanızın anlattığı yer, büyük babamın da anlattığı ayni yer.
Trikopis’in karargâhının olduğu Sivriönü mevkii, Kocatepe ile Tınaztepe kasabasının
arasında. Afyon’a gidebilmek için de babanız ve arkadaşlarının kullandığı yol, büyük
bir ihtimalle. Sivriönü - Tınaztepe 4 km. Tinaztepe - Akören
3 km. Akören – Afyon, kara yolu itibari ile 20 km. olmasına rağmen, 1918 yıllarında
su anki kara yolu olmadığı için, Akören - Boyalı 2 km, Boyalı – Gezler 2,5 km, Gezler
- Alikayası yolu kullanılarak daha kısadır ve toplam 12 km ile Afyon’a ulaşırsınız.
Sanıyorum babanız ve arkadaşları da bu yolu kullanmış olmalılar.
Selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Ibrahim KAZAL – 26.01.2007
7
E-posta: 6 - Kurtuluşumuzdaki “sıradan” insanlar…
Sn. İbrahim Kazal,
Büyükbabanızın anlattıklarını naklettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Başkaca
anlatılanlar varsa ve bizimle paylaşırsanız çok mutlu olacağız. Bunları da daha önce
olduğu gibi bir e-kitap olarak derlemeyi düşünüyoruz. Büyükbabanızın adı neydi?
Sn. Bedri Yanbol,
Size de çok teşekkür ederiz. Babanızın adını bahşeder ve anlattığı başkaca anıları da
bizimle paylaşırsanız geleceğe bir kayıt bırakmış oluruz. Bir e-postanızda dediğiniz
gibi, “bunlar tarih araştırmacılarına ipucu verecektir.”
Affınıza sığınarak bana hitaben yazdığınız e-postanızda bir yanlışı düzeltmek
istiyorum; bir de katılmadığım bir görüşünüz var, çok özür dileyerek düşüncemi
belirteceğim.
Trikopis için onu, “figüranlık görevi veren kendi toplumu cezalandırdı” demişsiniz.
“Onun cezasını ne büyük özelliğimizdir ki biz vermedik. Kendileri verdiler.” diye
eklemişsiniz. Bu bilgi yanlıştır; zira Trikopis, Yunanistan’da her hangi bir ceza
almamıştır.
Kendi ağzından dinleyelim; “Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esirlerin
karşılıklı mübadeleleri konusundaki anlaşma imzalandı. Biz de memleketimize
döndük. İşte Anadolu seferimizin hazin hikâyesi. Fakat bu hikâye henüz bitmemişti.
Yunanistan halkı, kendisini bu maceraya sürükleyen insanlardan hesap soracaktı.
Memleket karışıklık içindeydi. Anadolu harbine sebep olanlar kurşuna dizildiler.
Orduda tasfiye yapıldı. Fakat benim bu işlerde hiç bir suçum olmadığı için bütün bu
işlerden yüzümün akı ile çıktım. Ordudaki vazifeme devam ediyordum. Fakat yaşım
da ilerlemişti. Nihayet 1928'de emekliye ayrılmamı isteyerek ordudan istifa ettim. Ve
işte o zamandan beri köşemde dünyayı seyrediyorum. Şimdiye kadar birçok
partilerin mebusluk teklifleri ile karşılaştım. Fakat hiçbirini kabul etmediğim gibi
bundan sonra da politika ile uğraşmak niyetinde değilim. Yegâne arzum yeni bir
harp görmeden barış içinde hayata gözlerimi kapamaktır.''1
Katılmadığım ise “Cezasını çekmiş figüranları konu etmek bizim tarihimize hiç bir
fayda sağlamaz. Biz olayları ve düşünceleri konuşmalıyız. Gelin biz yakın tarihimizi
insanlarla uğraşmadan konuşalım.” şeklindeki görüşünüzdür.
http://www.aytam.org.tr sitesinin ana sayfasında “Kötü olaylarla, işgallerle, yakıp
yıkmalarla, savaşlarla dolu tarih. İdealleri, iddiaları, başarıları ile tarihe geçmiş
kahramanlar… Beyliklerin, imparatorlukların, devletlerin yıkılışı… İnsansız bir alanda
dönüp dururlar… Geçmişimiz savaşlardan, hayatımız kahramanlardan mı ibaret?
Peki, etrafımızdaki bu kadar güzel şeyi kime borçluyuz? Herhalde tarihin yazmadığı
bir sürü “sıradan” insana… Hayata…” diyor ve “AYTAM olarak biz,
Afyonkarahisar’daki “sıradan” insanların hayatları ile ilgiliyiz.” diye ekleyerek bir
çağrı yapıyoruz. “Bizi anlatmak için; bizi anlamak için Afyonkarahisar’da tarihi
“aşağıdan” yazalım!”
1 Kıymetli gazetecilerimizden Hıfzı Topuz, Yunanistan'a yaptığı bir seyahat sırasında Atina'da Ruzvelt Caddesindeki
evinde mütevazı bir hayat yaşayan 84 yaşındaki emekli General Trikopis'i ziyaret etmiş ve kendisiyle uzun boylu
görüşmüştür. http://atillagenis.blogcu.com/752443/
8
Tarihi “aşağıdan” yazmak2, çoğunluğu oluşturan ve o ana kadar tanınmayan sıradan
insanlar etrafında kurulmuş bir tarih türünü, sözlü tarih yöntemini kullanmak, yazılı
belgelere ek olarak yaşayan bireylerin belleğe dayalı anlatımları aracılığıyla tarih
yazmaktır. Öznelliği, ve gündelik yaşamı tarihin araştırma alanına dâhil ederek
tarihin içine hayatı sokmayı, kapsamını genişletmeyi istiyoruz. Hayat insansız olmaz.
Biz “olaylar ve düşüncelerden” çok insanlarla ilgiliyiz. Sıradan insanlarımızın
saygınlık ve özgüven hissi kazanmaları, kuşaklar ve toplumsal sınıflar arasında
bağlantıyı ve anlaşmayı sağlamak amacıyla yapacağımız tarih çalışmalarımız, kabul
edilmiş mitleri ve resmi tarih geleneği içinde yer alan baskın yargıları yeniden
tartmamızı3, geçmişimizi doğru anlamamızı sağlayacaktır. Bunu geçmişe takılıp
kalmak için değil, bugünümüzü kavramak için istiyoruz. Bu sebeplerle “Biz olayları
ve düşünceleri konuşmalıyız. Gelin biz yakın tarihimizi insanlarla uğraşmadan
konuşalım.” şeklindeki görüşünüze katılmıyorum.
Değerli Dostlar;
Katılımı sağlamak için ilginç bir giriş yaparak konuyu başlatmayı istedim. Konu
Trikopis değil ya da Trikopisin sopa yemesi… Konu, kurtuluşumuzdaki “sıradan
insanlar”.
Mesela Ahmet Çavuş’u tanıyor musunuz? Aslında Trikopis’in sopa yiyip yemediğini
bilen en iyi kişi odur.
Yazılarınızı bekliyoruz, sevgiyle kalın.
Av.Kadir Daylık – 26.01.2007
2 Bu açıklama ile bir e-postada Sayın Çiğdem Altınöz’ün “Kadir beyin tarihi halkın birikimiyle yazalım fikrine
gönülden katılmakla birlikte karşı çıkacağım kelime olsa olsa "aşağıdan" kelimesi olur. Tarihi aşağıdan yazalım
cümlesi, nedense bana yukarıdakiler, aşağıdakiler ayrımını anımsatmakta. Aşağı kelimesinin olumsuz çağrışımlarını
da düşünürsek tarihi aşağıdan yazalım demek yerine resmi tarihe ek olarak halkın yerel tarihini hep birlikte yazalım
demek daha doğru gibi geliyor bana. Bu konu hakkındaki fikrinizi de öğrenmek isterim.” şeklindeki isteğine de
cevap vermiş oluyoruz.
3 Devlet ve kurumlar merkezli resmi tarih, AYTAM'ın ilgi alanı dışında olup, elbette kapsamlı ve bilimsel bir çalışma
alanı olarak görülmekte, reddedilmemektedir.
9
E-posta: 7 - “Atatürk, Trikopis'e dedi ki...”
Yaş 90’ın üzerinde olmasına rağmen, dimdik duran Mehmet Ünal, elimizden tuttu:
“- Gel seni, Atatürk'ün Yunan Generali Trikopis'le görüştüğü eve götüreyim... Orayı
görmeden, Uşak'tan ayrılma.”
Uşak Valisi Ali Fuat Güven “Siz yorulmayın, ben Yavuz beyle oraya gideceğim” dedi.
“Dedeyi”, kendi makam otomobiliyle evine yolladı.
Biz de “tarihi eve” doğru yürüdük.
***
Dumlupınar Savaşı zaferle sonuçlanmış. Düşman kaçıyor. Atatürk Uşak'a gelmiş,
Niziboğlu'nun konağında “düşmanı denize dökmenin planlarını” yapıyor.
Ve bu sırada Ahmet Çavuş, yanında iki erle, keşif için dağa tırmanıyor. Bir kuytuda,
birkaç Yunan subayını görünce, bombayı fırlatmaya hazırlanırken... Yunan subaylar
ellerini kaldırıp, teslim oluyorlar. Daha sonra Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey ile Tabur
Komutanı Fuat Bey oraya geliyorlar. Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey, “Ahmet Çavuş”
diyor:
“- Kimi esir aldığını biliyor musun?”
“- Ne bilem kumandanım... Yunan gâvuru işte.”
“- Ahmet Çavuş, sen Yunan Başkomutanı General Trikopis'i esir aldın.”
***
Trikopis'in yanında iki general daha vardır. Atatürk'ün yanında da İsmet (İnönü) ve
Fevzi (Çakmak) paşalar.
Atatürk, Trikopis'in elini sıkar:
“- Üzülmeyiniz... En büyük komutanlar bile mağlup olmuşlardır... Ama size şunu
sorayım, neden sivil halka zulmettiniz?.. Bu medeni insanlara, biz askerlere yakışır
mı?”
Trikopis, başını öne eğer:
“- Emin olunuz, haberim olmadan bu suçu işlemişler.”
Atatürk:
“- Demek kuvvetlerinize hâkim değildiniz.” Sonra korku içindeki esir generale şöyle
der: “-Aileniz sizi merak eder... Bir telgraf yazınız... Derhal çektireyim.”
Trikopis'in gözleri yaşarır:
“- Ben intihar etmek istiyordum.”
Atatürk, yaverine döner:
“- Misafirimiz yorgundur... Banyo alsınlar... İstirahatlerini sağlayınız... Artık Türk
askerinin misafiri muamelesini göreceklerdir.”
***
Uşak'ta, tarihi evin önünden geçen bir öğrenciye, bir şoföre, bir ev kadınına
sorarsanız “bu ev, kimin evi” diye...
Hemen yukarıda yazdıklarımızı anlatmaya başlar:
“- Büyük Atatürk, esir düşen Yunan generali Trikopis'e dedi ki...”
Sabah 21.11.2004 Yavuz Donat
Av.Kadir Daylık 30.01.2007
10
E-posta: 8 - “Atatürk, Trikopis'e dedi ki...”
İşte ben de aşağıda anlatılanları söyledim. Ali Fuat Güven Bursa Vali’liğinden Uşak'a
atandı. İz bırakmayan kişiler üzerine konuşmak boşuna. Siz iz bırakanlara bakın.
Bedri Yanbol – 31.01.2007
11
E-posta: 9 - Yunan Başkumandanı Trikopis'i esir eden askerimiz: Ahmet Çavuş
Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir
eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde
başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin
hikâyesini şöyle anlatmıştır:
— Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak
üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta
tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 – 10 zabitin oturduklarını gördüm.
Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım.
Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran
bir zabitin atını yularından yakalayarak çektim.
Sordular:
— Ne kadar kuvvetiniz var? dediler.
— Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi
gurup ateşine vereceğiz.
— Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler.
— Alay kumandanıyım, dedim.
Rütbemi sordular?
— Başçavuş... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
— Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan
peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi
doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü
Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana
sordu:
— Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?
— Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!...
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
— Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı...
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar.
Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları
giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.
http://atillagenis.blogcu.com/752443/
Av.Kadir Daylık - 01.02.2007
12
E-posta: 10 - AYTAM'dan ses gelmiyor.
Değerli Dostum,
17.01.2007’den beri bana hiçbir yazı ulaşmadı. Beni haberleşme grubunda ihraç mı
ettiniz yoksa?
Sorun hakkında tetkikini rica ediyorum.
Yaptığınız değerli çalışmaların bilgisinden beni mahrum bırakmasınız umarım.
Sevgi ve saygılarımla…
Ahmet Ünlü – 01.02.2007
13
E-posta: 11 - Özür dileriz, sorun giderildi.
Ahmet Bey,
Bir ara grupta düzenleme yaparken hataen 20 adres silindi. Silinenleri tespit edip
eklemeye çalışıyordum ki sizin de silindiğinizi anladım. Uyardığınız için ve ilginiz
için çok teşekkür ederim. Hemen sizi tekrar gruba ekledim.
17 Ocak’tan bu yana Ahmet Çavuş’u konuşmaya çalışıyoruz. Yazılanları ekte
derlenmiş olarak size gönderiyorum. Sizden cevap gelmiyor olmasına da oldukça
şaşırmıştım. Hadi katılın artık.
Görüşmek dileği ile sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Av.Kadir Daylık – 01.02.2007
14
E-posta: 12 - Trikopis yakalandığında sopa yememiştir.
Kuvayi Milliye Destanı'nda Nazım Hikmet;
"Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvayi külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis:
Alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk Frenk uşağı..."
diyor.
Sn. İbrahim Kazal;
"Trikopis'in rütbelerinin Türk askerleri tarafından değil, esir olursa tanınmamak için
kendisinin söktüğünü düşünüyorum. 'Alaturka sopa yemiş bir temiz' denilirken de
Türk süvarisi tarafından Yunan ordusunun bozguna uğratıldığının anlatılmaya
çalışıldığını düşünüyorum."
demişti.
Sn. Bedri Yanbol ise;
"Biliyorsun Trikopis Gazi Mustafa Kemal tarafından nasıl karşılandı. Nazım Hikmet'in
şair'ce anlattığı, fiili anlamda sopa yemek değil duygusal anlamda sopa yemektir.
Duygusal anlamda elbette sopa yedi. O anlamda bizleri Anadolu'nun ortasına
hapsetmek isteyen düşüncenin tümü sopa yedi."
demişti.
Ben ise;
"Konu Trikopis değil ya da Trikopisin sopa yemesi... Konu, kurtuluşumuzdaki
"sıradan insanlar". Mesela Ahmet Çavuş'u tanıyor musunuz? Aslında Trikopis'in sopa
yiyip yemediğini bilen en iyi kişi odur."
demiştim.
Trikopis'i yakalayan Afyonkarahisar'lı Ahmet Çavuş;
"- Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara
ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra
Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana
sordu:
- Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?
- Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!...
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
- Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı...
15
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar.
Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler."
diyor.
Demek ki Trikopis yakalandığında sopa yememiştir. Bir de Trikopis'in ağzından
dinleyelim.
Bir sonraki e-postada...
Av. Kadir Daylık – 02.02.2007
16
E-posta: 13 - Trikopis nasıl esir edildi?
YUNAN BAŞKUMANDANI TRİKOPİS ANADOLU SAVAŞINI VE NASIL ESİR EDİLDİĞİNİ
ANLATIYOR.
''Etrafımız Türkler tarafından çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bu esnada
beygirim de vurulmuştu. Başka bir ata binerek çemberi yarmaya teşebbüs ettim,
fayda vermedi, Türklerin içine düşmüştüm, esir oldum.''
Kıymetli gazetecilerimizden Hıfzı Topuz, Yunanistan'a yaptığı bir seyahat sırasında
Atina'da Ruzvelt Caddesindeki evinde mütevazı bir hayat yaşayan 84 yaşındaki
emekli General Trikopis'i ziyaret etmiş ve kendisiyle uzun boylu görüşmüştür.
Muharrir, bu enteresan ziyareti şöyle anlatıyor:
Trikopis'i evinde ziyarete gittiğim zaman kendisini derin bir rüyadan uyandırmış gibi
oldum. Beni büyük bir nezaketle odasına kabul ettikten sonra:
— İstanbul’dan mı geliyorsunuz? diye sordu.
— Evet, diye cevap verdim.
Daldı. Bir müddet derin derin düşündükten sonra;
— 54 sene evvel İstanbul'dan geçmiştim, diye devam etti. Güzel şehirdir İstanbul,
ben de o zamanlar 30 yaşındaydım. Hey gidi günler hey...
Odada generalin gençliğine ait bir yığın resim görüyordum. İşte şu grubun ortasında
bulunan burma kıyıklı genç Teğmen Trikopis'tir. Bu resim galiba Paris'te çekilmiş.
Sene 1903. Şu masanın üstünde duran resim de Generalin Birinci Cihan Savaşı'nda
Yugoslavya'da çekilmiş bir resmi. Masanın tam arkasında büyük bir resim daha
görüyorum. Bu da 1921'de Eskişehir'de çekilmiş. Yunan Kralı Konstantin Anadolu
harekâtında başarı kazanan kumandanlara şecaat nişanı tevzi ediyor. Trikopis o
zaman kolordu kumandanı. Konstantin'in yanında Başkumandan Papulâs, şimdiki
Kral Paul, Prens Georges, Prens Andre, İstiklâl Savaşını müteakip Yunanlıların
kurşuna dizdikleri Başbakan Gunaris ve Bakanlardan Teotakis bulunuyor. Hey gidi
günler...
— Generalim, diyorum. Nasıl oldu şu Anadolu harekâtı? Tâ Ankara kapılarına kadar
ilerledikten sonra nasıl oldu da davayı kaybettiniz?
Trikopis tekrar derin derin düşünüyor. Sonra:
— Bizim Anadolu'da işimiz ne idi? diyor. Bizim menfaatimiz Balkanlar'da,
Makedonya'da, Adalarda olabilir amma Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara
gönderdiler. Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok
daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim
Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk.
Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte
bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata...
Trikopis yine bir müddet susuyor. Emekli generalin duyduğu pişmanlığı anlamaya
çalışıyorum. Zavallı Yunan şehitleri, zavallı İstiklâl Harbi kahramanları! Boş yere
yanan, yıkılan köylerimiz! Ve tarihin karanlık bulutları gerisinden eski ''büyük
17
düşmanımız''ın duyduğu pişmanlık. Ne muazzam tezat. Trikopis, Bugün seninle
kardeş olabilmemiz için Anadolu topraklarının kanla sulanması lâzımmış...
Emekli general tekrar anlatmaya devam ediyor:
''- Ben Anadolu'da sizinle dört defa çarpıştım. Birincisine biz ''Avgin Muharebesi''
diyoruz; siz, “İnönü Savaşı”. 1921 yılı mart ayının son günleriydi. Ben o zaman
üçüncü tümen kumandanıydım. İnönü'de bizim üç tümenimiz bulunuyordu 7'nci
tümen merkezde, 3 üncü tümen solda ve 10'uncu tümen da sağda olmak üzere
muharebe vaziyeti almıştık. Hepimiz kahramanca çarpıştık. Fakat Türkler bizden çok
üstün oldukları için netice bizim lehimize tecelli edemedi. Geri çekildik ve burada ilk
olarak İnönü'nün askerlik kabiliyetini anlamış olduk.
İnönü ile ikinci karşılaşmam Eskişehir - Kütahya hattında oldu. 1921 Haziranının
sonlarına doğruydu. Ben Bursa'da bulunuyordum. Birliklerimiz Eskişehir ve Kütahya
üzerinden taarruza geçmişlerdi. Türkler oyalama muharebesiyle yardım
bekliyorlardı. Ben derhal cepheye hareket ederek bu yardıma mani oldum. Bu
muharebe bizim galibiyetimizle neticelendi.
Türk ordusu ile üçüncü defa Sakarya'da karşılaştık. 1921 Ağustosunun sonlarında
cereyan eden bu savaşlarda biz geri çekildik. Ben İkinci Kolorduya kumanda
ediyordum. Afyon cephesini tutarak Yunan ordusunun çöküşüne mâni oldum. Eğer
ben bu cepheyi tutmasaydım Sakarya'dan sonra çok kötü bir mağlûbiyete
gidebilirdik.
Bundan sonra uzun bir duraklama devresi oldu. Bu esnada Birinci Kolordu
kumandanlığı da uhdeme tevdi edildi. Aralık 1921'de Cenup Gurup Kumandanlığına
getirildim. Türklerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını fark ediyorduk.
Anadolu'da üç kolordumuz vardı. Başkumandan General Papulâs'ın uğradığı
başarısızlıktan sonra yerine General Haci Anesti tayin edilmişti Muhtemel taarruzları
önlemek için cepheyi yıkılmayacak bir şekilde tahkim etmiştik. Ve bu cephenin
çökmesine ihtimal vermiyorduk. Nihayet 26 Ağustos 1922 sabahı Türklerin
beklenmedik taarruzu ile karşılaştık. Bu taarruz bizim için muazzam bir darbe oldu.
Haci Anesti bütün kolordulara bizzat kumanda etmek istiyordu. En büyük korkumuz
İzmir'le muvasalamızın kesilmesiydi. Bizim için en tehlikeli vaziyet bu idi. Ben İzmir'e
telgraf çekerek takviye istemiş ve aksi halde mağlûp olacağımızı bildirmiştim.
İstediğim bu takviyeyi gönderemediler. Hâlbuki karşımızda Mustafa Kemal vardı.
Neye uğradığımızı anlayamadık. Cephe çökmüş ve ordu mağlûp olmuştu...''
Trikopis'in ''Başkumandanlık Muharebesi'' ne ait hatıralarını anlatırken büyük bir
heyecan içinde olduğu görülüyordu. İhtiyar kumandan otuz yılın gerisinde kalan
hatıralarını toplamaya çalışarak sözlerine şöyle devam etti:
— Türk ordusunun bu beklenmedik kuvveti karşısında birliklerimiz perişan olmuştu.
Yan birliklerle de irtibatı kaybetmiştik. Cephanemiz tükenmek üzereydi. Neşrettiğim
bir günlük emirle sonuna kadar muharebeye devam edilmesini askere tebliğ
etmiştim. Vaziyetimiz gittikçe müşkülleşiyordu. Asker yorgundu. Kimsede
muharebeye devam arzusu kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı'ndan beri durmadan
çarpışan Yunan ordusunun maneviyatı hayli sarsılmıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı.
Askeri zorla, inanmadığı bir gaye uğrunda muharebeye sürüklemekteki güçlük
harbin en çetin meselelerinden birini teşkil eder. Ordunun adım adım hezimete
yaklaştığını hissediyorduk. Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı
anlıyorduk. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye
gittiğini gören yaverim bir ara yanıma gelerek:
18
— Generalim, kılıçlarımızı imha edelim'' diye teklifte bulundu. Kılıcımı kendisine
verdim. Aldı ve parçaladı.
Firar fayda etmedi, ordu perişan olmuştu.
Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve çemberi yarmaya
teşebbüs ettim. Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir oldum. Beni yakalayanlar
hüviyetimi almakta güçlük çekmediler. Üzerimde bir revolver vardı. Derhal bunu
anladılar. Bizde süvarilerin kılıcı atların eğerine bağlıdır. Benim bindiğim atta da
böyle bir kılıç bulunuyordu. Askerler bunu da benim kılıcım zannıyla müsadere
ettiler.
Bu esnada ordu perişan olmuştu. Sağ kalan birlikler dağınık bir halde İzmir'e
kaçmaya çalışıyorlardı. Bu bizim için büyük bir mağlûbiyet olmuştu. Beni ilk evvelâ
Garp Cephesi Kumandanı İsmet İnönü'ye götürdüler. Kendisi ile fazla bir şey
konuşmadık. İnönü, beni yanına alarak Mustafa Kemal'in huzuruna çıkardı. Yunan
Orduları Başkumandanlığına tayin edildiğimi de bu sırada öğrendim.
Atatürk beni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan
içindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi'nin bu esnadaki sözlerini hiç
unutmayacağım:
— Üzülmeyin General, dedi. Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp
olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet
hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum.
Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.''
Atatürk'ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük kumandana karşı
içimde bir hayranlık duymaya başlamıştım.
Bundan sonra bizi Kayseri'nin Talas bölgesinde kurulan bir esir kampına sevk ettiler.
Yüksek rütbeli subaylardan başka yanımda dört general daha vardı. Artık bizim için
savaş bitmişti. Neticeyi beklemeye başladık. Bundan sonraki vaziyeti biliyorsunuz.
Ordumuzun bakiyeleri birkaç gün içinde Anadolu'yu terk ettiler. Fakat barış
muahedesinin imzalanması kolay olmadı.
Kayseri kampında bir sene
Bir seneye yakın bir müddet Kayseri kampında yaşadık. Daimî bir tarassut ve nezaret
altında bulunuyorduk. Bir gün kamp kumandanına:
— Beni bıraksanız bile bir yere kaçamam, dedim. Bundan sonra nereye gidebilirim?
Haydi, kamptan kaçtım, Yunanistan nerede, Kayseri nerede?''
Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esirlerin karşılıklı mübadeleleri konusundaki
anlaşma imzalandı. Biz de memleketimize döndük. İşte Anadolu seferimizin hazin
hikâyesi.
Fakat bu hikâye henüz bitmemişti. Yunanistan halkı kendisini bu maceraya
sürükleyen insanlardan hesap soracaktı. Memleket karışıklık içindeydi. Anadolu
harbine sebep olanlar kurşuna dizildiler. Orduda tasfiye yapıldı. Fakat benim bu
işlerde hiç bir suçum olmadığı için bütün bu işlerden yüzümün akı ile çıktım.
Ordudaki vazifeme devam ediyordum. Fakat yaşım da ilerlemişti. Nihayet 1928'de
emekliye ayrılmamı isteyerek ordudan istifa ettim. Ve işte o zamandan beri köşemde
dünyayı seyrediyorum. Şimdiye kadar birçok partilerin mebusluk teklifleri ile
19
karşılaştım. Fakat hiçbirini kabul etmediğim gibi bundan sonra da politika ile
uğraşmak niyetinde değilim. Yegâne arzum yeni bir harp görmeden barış içinde
hayata gözlerimi kapamaktır.''
http://atillagenis.blogcu.com/752443/
Av.Kadir Daylık – 04.02.2007
20
E-posta: 14 - Çavuş Ahmet Ünlü ve Trikopis üzerine...
Değerli Dostlar,
Bu konuda bugüne kadar çıkan yazıları babama (Çavuş Ahmet Ünlü’nün oğlu Osman
Ünlü ) gönderdim. Kendisinden gelen açıklamaları sizlere göndereceğim.
Benim de bazı eklentilerim olabilir o zaman…
Saygılarımla…
Ahmet Ünlü - 05.02.2007
21
E-posta: 15 – Merakla bekliyoruz...
Değerli Dostumuz Ahmet Ünlü Bey, "Bu konuda bugüne kadar çıkan yazıları babama
(Çavuş Ahmet Ünlü'nün oğlu Osman Ünlü ) gönderdim. Kendisinden gelen
açıklamaları sizlere göndereceğim. Benim de bazı eklentilerim olabilir o
zaman..."demiş.
AYTAM e-postalarını takip edenler hatırlayacaklardır; 24.11.2006 tarihinde gruba
bir e-posta göndermiş ve " Sayın Ahmet Ünlü, Çavuş Ahmet Ünlü yakınınız mıdır?"
diye sormuştum.
Sayın Ahmet Ünlü, 25.11.2006 günlü bana cevabında "Evet... Çavuş Ahmet Ünlü
benim dedemdir." demişti. 27.11.2006 günlü bana gönderdiği e- postasında da "Bu
konu bir sahiplenme konusu... Ben ve ailemiz böyle bir öne çıkış yapmadık.
Bulduğunuz yayınların benzerleri ulusal veya mahalli düzeyde dedem ölene kadar
olmuş. Kurtuluş Savaşında Yunan Başkomutanının ve etrafındaki yönetimin
yakalanması ve onu yakalayanın Afyon'lu olması aslında çok önemli bir hadise... Yani
dedem olmasından önce Afyon'lu olması önemli... Siz Afyon'da buna dair bir ize
rastladınız mı hiç? Ancak Uşak bu hadiseye sahip çıkıyor..." demişti.
O zaman konu, yeni elime geçen 29.04.1953 tarihli Vatan Gazetesindeki bir resim
ve resmin alt yazısı ile açılmıştı. Şöyle diyordu;
"Yunan Başkomutanı General Trikopis'i esir alan Afyon'lu meşhur Ahmet Ünlü Çavuş
(sağda). Dumlupınar'dan sonra Murat Dağlarına doğru çekilen Trikopis ve maiyetini
Halit Akmansu'nun kumandasındaki tümen takip ediyordu. Ahmet Ünlü de tümenin
öncü birliklerindendi. Trikopis'i mangası ile birlikte esir etmiştir. Trikopis'in yanında
General Diyonis, Miralay Vanderis bulunuyordu. Göyem köyü civarında teslim olan
generali Sıvaslı Yüzbaşı Salih Efendi'yle birlikte tümen kumandanının yanına
getirmişlerdir." Vatan Gazetesi 29.04.1953
Benim başka yazacaklarım da olacak, ama şimdi Sayın Ahmet Ünlü'nün
aktaracaklarını merakla bekliyoruz.
Av. Kadir Daylık – 06.02.2007
22
E-posta: 16 – Merakla bekliyoruz...
Sevgili Kadir Daylık
Kurtuluş savaşımızı canlı tanıklarından dinlemek artık mümkün değil. (Ben
çocukluğumda heyecanla dinlerdim.) İkinci aktarımdan dinlemek de çok heyecanlı.
Bu sanal ortam bir noktada karşılıklı konuşma gibi. Sayın Osman Ünlü'nün
anlatımlarını ben de merakla bekliyorum. Zaten o günleri yaşayanlar kalmadı. O
günleri yaşayanların aktardıklarını hafızasında tutanlar dahi az kaldı. Onların bu
sanal ortama ortak olmaları bu sitenin zenginleştiğinin göstergesidir.
Selamlar.
Bedri Yanbol – 06.02.2007
23
E-posta: 17 – Babam Ahmet Çavuş'u hatırlıyormuş.
Babam Hüseyin Daylık,1935 doğumludur. İlkokuldan sonra Afyonkarahisar Sanat
Okulu’nda 5 yıl okuyup (1) Balıkesir Astsubay Okulu’na gitmek üzere
Afyonkarahisar’dan ayrılmıştır. Şimdi, emekliliğinden sonra yerleştiği
Afyonkarahisar’da olup 72 yaşındadır. Dün babama Ahmet Çavuş’u sordum.
Anlattıklarını size naklediyorum:
“Ben 1947’de Sanat Okulu’na başladım. O yıllarda Sanat Okulu şehrin dışında
kalıyordu. Bugünkü Gedik Ahmet Paşa İlkokulu’nun yeri de o zamanlar tarla idi.
Önünden bugünkü yol geçer, yolun kıyısından da açık lağım akardı. Gedik Ahmet
Paşa İlkokulu ise İmaret Camisi’nin yanındaki Taş Medrese’de idi. Tam şehrin
başlangıcı olan yerde, yani bugünkü Gedik Ahmet Paşa İlkokulu’nun aşağı köşesinde
bir bekçi kulübesi vardı. Ahmet Çavuş o bekçi kulübesinde bekçilik yapardı. Biz
okula gidip gelirken önünden geçer, bazen kendisi ile konuşurduk; bize Trikopis’i
nasıl yakaladığını anlatırdı. Anlattıklarını şimdi hatırlamıyorum; çocukluk işte…
Unutmuşum. Ahmet Çavuş’un evi Yukarıpazar’daydı…”
Değerli Dostlar;
Biz Afyonkarahisar’ımız için bilinen lafları tekrarlamak yerine, yeni konuları çıkarıp
tartışmak ve yazılı hale getirmek amacındayız. Ahmet Çavuş konusunda
söyleyeceklerimiz daha bitmedi; bir sonraki e-postada devam edeceğiz ama sizlerin
de katkılarını bekliyoruz.
Sevgiyle kalın, saygılar sunuyoruz.
Av. Kadir Daylık - 07.02.2007
---
(1) O zamanlar Sanat Okulu’nun orta kısmı 3 yıl, lise kısmı 2 yıl imiş.
24
E-posta: 18 – Trikopis’in esir alınması çok önemli bir olaydır…
Bir muharebede bir tarafın başkomutanının esir alınması, artık her şeyin sona
erdiğine işarettir. Çünkü bir başkomutan sevki idare sorumluluğunu tek başına
deruhte eden, zafer veya mağlubiyetin kendi istikbaline bağlı olduğu kabul edilen
insandır.
Trikopis’in esir alınması, bu yüzden, Kurtuluş Savaşımızın çok önemli bir olayıdır.
Anadolu’nun uzaklarında, Kıbrıs’da dahi bunun nasıl olumlu sonuçları olduğunu
aşağıdaki alıntıda görebiliyoruz. İsmail Bozkurt’un “Atatürk ve Kıbrıs Kültürü” isimli
I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu’na sunduğu bildiriden
naklediyorum;
“Öğretmenlerin, İngiliz boyunduruğu altında iken okulun salonuna asmaktan
korktuğu, çekindiği yıllarda köylü; evine, kahvesine, birliğine, derneğine, Atatürk ile
Türk büyüklerinin resmini asmakta bir sakınca görmüyordu. Sağdan soldan gelen
baskılara omuz silkiyor, kulak vermiyordu.
Kıbrıslı Rumların, Türkiye'ye çıkan Yunanlı’ları çılgınca alkışlayıp, sevinçten oynayıp
zıpladıkları, taşkınlıklar yaptıkları yıllarda, Kıbrıs Türk köylüsünün Atatürk'e
bağlanmaması, onu sevmemesi olanaksızdı. Bütün köylünün yüreciği o yıllarda
Atatürk'le birlikte atmıştı. Onun ilerlemesi, onun başarıları, Kıbrıs'ın her yanındaki
Türkler arasında bayram havası yaratmıştı. Savaşa katılamıyorlardı ama para toplayıp
gönderme yolları arıyorlardı!
Yunanlılar İzmir'e çıkınca, Rumlar pek çok alay etmişti Türklerle. Yunanlılar İzmir'de
denize dökülünce sus pus olan, kuyruklarını bacaklarının arasına sokan Rumlarla da,
Türkler pek çok alay etmişti sonradan. Bağlarbaşı'nda o günlere değin bir öykü
dinledim. Yunanlılar İzmir'e çıktılar. Durmadan Ankara'ya doğru ilerliyorlar! Ha
bugün ha yarın Ankara'ya girilecek, Mustafa Kemal esir edilecek! Bütün Kıbrıs
Rumları gibi Bağlarbaşı'ndaki Rumlar da sevinç içinde. Sevinçlerinden yapmadık
taşkınlık bırakmıyorlar. Türklerle alay ediyorlar. Evrende Türk denen bir ulus kalmadı
artı diyorlar! Derken bütün Kıbrıs bir gün çalkalandı:
"Mustafa Kemal esir düştü! Trikopis Kemal Paşa'yı teslim aldı!"
Bu acı salık üzerine Bağlarbaşı Türkleri aralarında para toplayarak, Leymosuna birini
yolladılar. Telgraf çektirdiler. Salığın doğruluk derecesini öğrenmek istediler. Fakat
çok sürmez bir başka salık, Kıbrıs’ı bir uçtan bir uca bir çırpıda çalkalar:
" Trikopis teslim oldu Yunanlılar İzmir'e doğru kaçıyor!"
İşte bu salıktır ki bütün Kıbrıs Türklerine sevinç gözyaşları döktürür. Rumlardan bol
bol öç alırlar. Bağlarbaşı’lılar ise köy kahvesinin önündeki iri dut ağacının tepesine
bir Türk bayrağı çekerler. Bayrak; ortasına ivedilikle ay ile yıldız dikilmiş kırmızı bir
masa örtüsünden başka bir şey değildir!
Kurtuluş Savaşı günlerinde Kavaklı köyünde de Rumlar epey Türkleri incitmişlerdi.
Fakat sonradan Trikopis esir düşüp, Yunanlılar kurtuluşu İzmir'e doğru kaçmakta
bulunca, incitme sırası Türklere gelmişti. O günlerde Kavaklı Türkleri, köydeki
Rumlara şu dörtlüğü söylemekteydi:
25
Var olasın Kemal Paşa
Askerinle binler yaşa
Yüzbin Yunan kellesini
Atasın birden aşaa
Bu olaydan sonra Rumlar köyde tutunamaz oldular. Çok sürmedi hepsi köyden göç
ettiler. Bu gün Kavaklı'da bir Rum bile yoktur.
Kıbrıs Türk köylüsü, kentlisi o yıllardan başlayarak Atatürk'ün, onun ilkelerinin,
devrimlerinin yanında yer aldı. Ona artan sevgiyle bağlandı.
Bu gün Kıbrıs Türkü köylüsü, kentlisi okullarını Atatürk'ün resimleri ile, heykelleri ile
süslüyor. Çocuklar kafasını onun ilkeleri, onun devrimleri ile dolduruyor.
Sömürgecinin kılıcı yok başlarında artık. Önce ana baba, su ekmek demesini
öğrenen çocuklar, bu gün bu listenin başına Atatürk'ü eklemiştir. Atatürk Kıbrıs Türk
köylüsü için sonsuz bir devinme, güç kaynağı, doğruyu, gerçeği, ileriyi gösteren bir
ışıktır. Karanlık, nemli, zindan gibi evlerde yaşayan pek çok köylümüze yaşama gücü
veren, evini aydınlatan, köyünü ayakta tutan, bu ışıktır.”
http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFE603BF9486D43
71D43E94F28A602B551
Av.Kadir Daylık – 08.02.2007
26
E-posta: 19 – Trikopis’in esir alınması çok önemli bir olaydır (2)
Trikopis’in esir alınması Kurtuluş Savaşımızın çok önemli bir olayı olduğu gibi sivil
halk üzerinde de bunun çok olumlu sonuçları olmuştur. Sizlere aşağıda o günlerin
havasını çok güzel anlatan bir yazıyı sunuyorum. Defalarca okumama rağmen her
okuyuşumda tüylerimin ürperdiği yazının yazarı merhum Falih Rıfkı Atay’dır. Sevgili
Atamız M. Kemal Atatürk’le beraber, tüm kahramanlarımız nur içinde yatsınlar.
Hayatımızı her şeyimizi onlara borçlu olduğumuzu hiçbir zaman unutmayacağız. İşte
yazı, Çankaya Cilt I sayfa 196’dan alıntı Anadolu kapanmıştır; bir hareket vardır ama
ne olduğu bilinmemektedir;
“...Akşamüstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı
Büyükada’ya gidiyordum. Aydınlık, ferah bir Ağustos akşamı (eski takvim hesabı,
yeni takvime göre Eylülün 4–5’i olacak)...Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz...
Güverte, tıka basa dolu... Türkçe konuşmayanlarda, birbirinin sözünü kapan bir
sevinç var. Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi. “-Ne olmuştu?” diye sormaktan
korkuyorduk.
Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye
uğraşıyorduk. İhtimal durmuştuk. Belki de bir iki noktada gerilemiştik. Ordu
bozulmamışsa bundan ne çıkardı? Yunanlılar da artık bitkin bir halde değil mi idiler?
Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. Bu da, elbette Sevr Antlaşmasından daha iyi
olurdu.
Fakat içimizdeki sualin, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı
kendiliğinden yayılıverdi: Başkumandan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile
beraber esir olmuş…
Keder insanı öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalb denen şeyin ne dayanıklı bir
maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde
öğrendim.
Türk’leri Büyükada Yat Kulübünden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu
bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü
kulüpte, Mustafa Kemal’in esir olması şerefine kavın bütün şampanyaları patlıyor ve
o Türkler de dağıtılan kadehleri içmeğe zorlanıyordu. Ada sokakları, çoluk çocuğun
çığlıklarıyla geçilmez bir hale geldi.
Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez
köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.
Bütün Türk’leri, yas içinde bulacağımızı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa
uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler (taraftar, dost) cemiyeti
azaları mı idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu
çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?
Meğer bütün karargâhı ile Başkumandan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkumandanı
Trikopis esir olmuş...
Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda
söylemeseydim, burada söylerdim. Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere,
havadise, telgrafa koşuyorum. Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer
27
resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu mahvetmişiz ve
İzmir’e iniyormuşuz.
Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu
bildiren gündelik emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların
üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk biliyor
musunuz? Kurtulmuştuk.
Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini
ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.
Akşam”ın ilk sayfası için koskoca bir klişe hazırlamıştık : “Elhamdülillah, İzmir’e
kavuştuk. Kapıları açmanın imkânı mı var? Gazeteyi pencereden akıtıyorduk. Alan,
yüzüne gözüne sürüyordu…”
http://www.aksiseda.com/home.asp?id=38&yazi_id=28
Av.Kadir Daylık – 09.02.2007
28
E-posta: 20 – Gazi Ahmet Çavuş ve Trikopis üzerine..
Değerli Dostlar,
Babam Osman Ünlü’den gelen yazıyı sizlere de gönderiyorum.
Sevgi ve saygılarımla…
Ahmet Ünlü – 13.02.2007
“Bu olayı bana anlatan, Yunan Başkomutanı Trikopis ve mahiyetini esir alan, babam
Gazi Ahmet Çavuş.
Babam 18 Mayıs 1956’da vefat etti. Ben, oğlu Osman Ünlü, 1950 yılında Eskişehir
Hava Kuvvetleri Astsubay okuluna gittim.
Babamın bana anlattığı askerlik hatıraları 1940–1949 yılları olduğundan, eksiği
vardır, fazlası yoktur.
Babamın 18 yıllık askerlik hayatının özeti (bu zamana jandarma okulu da dahil)
kendi ağzıyla şöyledir:
‘Rumeli bozgunundan sonra okul dağıldı. Ben Marmara bölgesi eşkıya takibine
görevlendirildim. Daha sonra Edirne’nin kurtarılmasında bulundum. Birinci cihan
harbi sonucu ordular dağıtılınca, Afyon Sinirköy’deki (şimdiki adı Tınaztepe)
değirmenimize, geceleri yaya giderek vardım. Daha sonra Afyon’a geçtim. Afyon
Yunan işgalinde… Asker geldi diye, Yunan merkez komutanlığına ihbar etmişler. Eve
gelen Yunan askerleri beni alıp, merkez komutanlığına götürdüler. Orada iki gün
işkence gördüm. Asker olmadığımı, köyde yaşayıp, orada değirmencilik yaptığımı
söyledim. Köyden getirilen muhtar ve köylüler, söylediklerimin doğru olduğunu teyit
ettikleri için, beni bıraktılar. Serbest kalınca yine yaya olarak, Ankara’da toplanan
birliğe katıldım.
İnönü harbinde; Çöğürler mevkiinde yaralandım. Dört ay kadar hastanede kaldım.
İyileşerek kıtama katıldım.
Sakarya muharebesinde Yunan’ı kaçırınca, Afyon taarruzuna hazırlıklarımız başladı.
26 Ağustos 1922 de Kocatepe’de başlayan Afyon taarruzunda, Yunan kaçmaya
başlayınca; biz de durmalarına engel olmak için, devamlı kovaladık. Ta ki 29.30.31
Ağustos 1922 Dumlupınar Başkomutanlık meydan muharebesinde, tekrar karşı
karşıya harbe tutuşana ve yenene kadar.
2 Eylül 1922 günü tabur komutanımız tarafından, keşif kolu komutanı olarak
görevlendirildim. Usta erlerden bir manga ekip yaptım. Komutanıma hazır olduğumu
bildirdim. Komutanım bana “bak Ahmet Çavuş, bu keşif diğerleri gibi değil.
Biliyorsun düşmanı bozduk. Her tepenin ardından, kaçan düşman çıkabilir. Çıkan,
düşman komutanı ve efradı, yani karargâhı olabilir. Sakın ha… Çavuşum falan deme.
Alay komutanı olduğunu ve etrafınızı çevirdim. Teslim olmazsanız imha edeceğim
diyeceksin” diye talimat verdi.
Keşfe çıktık. Bir süre sonra, yabancı sesler duydum. O istikamete yürüdük.
Yaklaştıkça sesler yükseliyordu. Hemen tertibatı aldım. Altı erimi tepenin arkasına
29
yerleştirdim. Üç eri yanıma alıp tepeyi aşarak, karşılarına dikildim. “Teslim olun” diye
bağırdım. Yunan başkomutanı olduğunu sonradan öğrendiğim kişi, tercümanı
vasıtasıyla, benim söylediklerimi öğrenince bana rütbemin ne olduğunu sordu. ”Alay
komutanı olduğumu, teslim olmazlarsa imha edeceğimizi” söyledim. Ben de bu
arada kaç kişi olduklarına bakıyordum ki; Rumca kendi mahiyetine “teslim oluyoruz”
diye bağırdı. Tercüman da bize Türkçe bildirdi. Bu arada yirmi kadar Yunan subayı
atlarını ters yöne çevirip kaçtılar. Teslim olan grubu attan indirtip, silah ve kılıçlarını
toplattım. Tarafımızdan Yunan komuta heyetine ne kötü söz söylendi ne de darp
yapıldı.
Yaya olarak Uşak yoluna vadi arasından giderken; Dadaylı Halit Albay’ın süvari birliği
ile karşılaştık. Dadaylı “Ben atla birlikte Gazi Paşa’ya daha çabuk götürürüm”
deyince, ben de esir aldığım Yunan komuta gurubunu teslim ettim. Teslim ettiğim
yer; Uşak merkeze on-on beş km mesafede, Afyon’dan Uşak’a gidiş yönünde, sağ
tarafta içerde, suni göle giderken, yol üzerindeki köyün meydanıdır.’
(Şimdi bu köy meydanındaki anıtın üzerinde, ”Yunan başkomutanı ve ekibinin, süvari
komutanı Dadaylı Halit Albay’a teslim edildiği yer” diye yazar. Dikkatinizi çekerim.
Esir değil, teslim alındığı yerdir. Çünkü daha sonra, esir alınan Yunan komuta
gurubu, Dadaylı Halit Albay’a mal edilmek istenmiştir.)
‘Esir alınan komuta gurubundan iki general daha bulunuyordu. Birisinin adı
Tümgeneral Diatris’tir.’ (Bu Yunan paşasının saati, babama hediye edilmiştir.)
1941 yılında, ikinci cihan harbinde, Alman işgalinden kaçan Yunanlılardan bir kafile,
Afyon’da misafir edildiler. Bunların ziyaretine gittik. İçlerinden birisi, Afyon işgalinde
bulunmuş ve babamın esir aldığı komuta gurubunda imiş. Emekli Yunan Albayı,
babamı tanıdı. Evimize yemeğe davet ettik. Güzel Türkçe konuşuyordu. Babama
söylediği şu sözünü hiç unutmadım. ”Siz Yunanistan’da böyle bir kahramanlık
yapsaydınız, hükümet sizi ihya ederdi.” Babam ise, “Biz Türklerin hepsi benim
gibidir. Biz karşılık beklemeden vatani görevimizi yaparız” diye cevap verdi.
Babam askerlik hatıralarını kendiliğinden anlatmaz ancak, sorulduğunda cevaplardı.
Kolordu komutanı Derviş paşa, babamı Atatürk’e takdim etmiş. Atatürk ”Başkomutan
Ahmet Çavuş; dile benden ne dilersen” demiş. Babam da “Allahtan sizin sağlığınızı
ve vatanın kurtulmasını isterim. Bu bize yeter.” demiş. Atatürk; Derviş Paşa’ya (Afyon
kolordu komutanı olduğunda) “Ahmet Çavuş’a yardımcı ol” diye emir vermiş.
Sonradan babama istiklal madalyası verilmiş ve yardımda bulunulmuş. Evimiz, Yunan
işgali sırasında Yunan askerleri tarafından askeri gazino olarak kullanılmış, kaçarken
tahrip edilmiş. Ancak daha sonra tahrip edilen evimiz, kolordu tarafından tamir
edilmiştir.”
Ahmet Çavuşun oğlu
Osman ÜNLÜ
30
E-posta: 21 – Gazi Ahmet Çavuş Hakkında.
Değerli Dostlar,
Aşağıda ki bilgiyi Afyonkarahisar’da yaşayan yeğenim bana bugün gönderdi.
Gelişmeden sizleri de haberdar etmek istedim.
Kendi ağzından ifadesi ile gönderiyorum.
Sevgi ve saygılarımla…
Ahmet ÜNLÜ – 13.02.2007
Afyonkarahisar’da şubesi bulunan Emekli Astsubaylar derneği Başkanı Emekli Ast.
Sb. Baş. Çvş. Ünal Özdoğan Bey, Afyonkarahisar’ın gizli kalmış kahramanları ile ilgili
bir çalışma başlattı. Biz de kendisine Ahmet Çavuş’la ilgili bilgileri ilettik.
Akabinde kendisinin de Ahmet Çavuş’u çocukluğundan hatırladığını belirti ve bizden
elimizdeki bilgi, belge ve donanımları istediler; şu anda bunları toplama
aşamasındayız. Daha sonra konu Afyonkarahisar’da kurulan Kent Konseyi
gündemine getirildi. Kent Konseyi içerisinde toplanan komisyonlardan, Kültür ve
Sanat Komisyonunun gündemine gelen konu ile ilgili olarak 12.02.2007 tarihinde bir
toplantı düzenlendi. Toplantıda 17 mart 2007 Şehitler ve Gaziler Günü’nde Ahmet
Çavuş’la ilgili olarak bir anma programı yapılması ve devamında ise esir alınan
mevkinin belirlenerek ya mevki yakınlarında ya da kent merkezinde bir heykel
konulması gündeme geldi. Fakat elimizdeki bilginin ve belgelerin son derece kısıtlı
olması nedeni ile benden toplayabildiğim bütün bilgileri en geç 1 ay içerisinde
komisyona sunmam istendi.
Eğer bilgi, belgeler ve çalışmalar yetiştirilemez ise ileriki bir tarihte konu ile ilgili gün
planlaması yapılacaktır.
Konuyu yakınen takip eden Emekli Ast. Sb. Baş. Çvş. Ünal Özdoğan Bey, Belediye
Genel koordinatörü Erol Öztürk Bey, ayrıca Kültür ve Sanat Komisyonu üyesi Fercihan
Öztürk Hanımefendi. Konuyu detaylı öğrenmek isterseniz aşağıda irtibat bilgilerini
vereceğim. Sizlerden ricam toplayabildiğimiz ne kadar bilgi ve belge varsa en kısa
zamanda bana ulaştırmanız. Ayrıca Devrim Ünlü Bey ile görüşme imkanı buldum.
Kendisinde saat olduğunu ayrıca iki de eski fotograf olduğunu öğrendim. Kendisi
detaylı araştırma yapıp tekrar dönecekler.
Saygılarımla,
Emekli Ast. Sb. Baş. Çvş. Ünal Özdoğan
Tel: 0272 214 68 65
Erol Öztürk
Tel Belediye: 0272 2144255
31
E-posta: 21 – Ahmet Çavuş dosyası (e-kitaba doğru)
Değerli Dostlar;
AYTAM olarak Ahmet Çavuş dosyasını açtığımızda, yazıları bir e-kitap biçiminde
derleyeceğimizi duyurmuştuk. Şimdi görüyoruz ki Afyonkarahisar Emekli
Astsubaylar Derneği ve Afyonkarahisar Kent Konseyi bünyesindeki Kültür ve Sanat
Komisyonu da Ahmet Çavuş ile ilgili olarak bilgi ve belgeleri derlemek istiyor; 17
mart 2007’de yapılacak Şehitler ve Gaziler Günü’nde Ahmet Çavuş’la ilgili olarak bir
anma programının yapılması ve devamında ise bir büstünün dikilmesi çalışmaları
sevinç vericidir.
AYTAM olarak biz Ahmet Çavuş dosyasına devam ediyoruz. Gelecek epostalarımızda
“Trikopis’in Kılıcı” ile “Trikopis’i esir aldığını iddia eden başkaları”
hakkında yazacağız.
E-posta grubunu takip eden sizlerin de katkılarıyla kapsamlı bir Ahmet Çavuş
dosyası oluşacaktır. Emekli Ast. Sb. Baş. Çvş. Ünal Özdoğan Bey, Belediye Genel
Koordinatörü Erol Öztürk Bey ile Kültür ve Sanat Komisyonu üyesi Fercihan Öztürk
Hanımefendi AYTAM’dan haberdar edilirse kapsamlı bilgilere erişebilirler.
Eğer tarihimizi doğru bilmezsek onun yerini safsatalar doldurur. İşte bir örneği;
“General Trikopis, esir edildiği zaman İstiklal Savaşında General'e diyor ki: "Şu
olağanüstü insanları görmek istiyorum" diyor. ''Bizi esir eden şu olağanüstü insanlar
kim, nerde onlar?'' diyor ve onları esir alan askerler gösteriliyor kendilerine. "Hayır,
bunlar değil. Biz bunlara ateş ettiğimiz zaman, bunlar ölüyorlardı. Ama aralarında
başkaları vardı. Cübbeli, sarıklı, bu zamanın kıyafetine uymayan kıyafetler taşıyan bir
takım insanlar. Biz onlara ateş ediyorduk, vurduğumuzdan emin oluyorduk; ama
onlar ölmüyorlardı; ama onlar bize ateş ettiği zaman bizim askerimiz ölüyordu. İşte
onlar bizi esir edenler. Onları bana gösterin" diyor.
http://www.forumex.net/archive/index.php/t-36000.html
Av. Kadir Daylık – 13.02.2007
32
E-posta: 22 – Trikopis'in esir alınması çok önemli bir olaydır.(3)
Bir de bu anlatı var;
Sedef Tunçağ'ın kaleme aldığı, "Bir Varmış Urla" başlıklı derleme eserden
naklediyorum.
"Afyon'da cepheleri bozulduktan sonra, Yunan tarafının aklı suya ermiş. Papaz, 'Biz
iki tarafın temsilcileriyiz, aramızda anlaşalım'
diyerek Müftü'ye gelmiş. Türk askeri, Urla'ya gelince de, Rum Papaz'ın tercümanlığını
babam yapmış. Papaz, 'Türk milisleriyle, Rum milisleri bir araya getirdik. Urla'nın
tahrip olmasını, insan katliamını önledik' demiş. Türk komutan bunun üzerine, 'Buna
memnun oldum Papaz Efendi, yalnız şunu soracağım' demiş. 'Akmar, Serapdallar,
Deve Deresi, Kuşçular, Kızılca Köy, Mendalan, bu yerler neden yakıldı, yıkıldı? Urla
halkı İspiri-Pedro, Çeşmeli Atanaş, Karpuza adlı eşkıyalardan şikâyetçi. Sizin de
zaman zaman bunlara talimatlar verdiğinizi söylüyorlar.' Papaz bu sözler üzerine,
'Efendim o zaman beni dinlemediler' diyor. Komutan, 'İşine geldiğinde dinliyor, işine
gelmediğinde dinlemiyorlar. Türk askeri gelmeseydi, bunlar yine seni dinlemeyip,
katliam yapacaklardı. Ancak Trikopis esir olunca seni dinlediler' demiş. Bu Papaz'dan
çok çekmiş Urlalı! 'Papaz, 'Adelfiya Ateya' Cemiyeti'nin başıymış."
http://www.urlaonline.com/urlaaktif/content/view/445/158/
Av.Kadir Daylık – 15.02.2007
33
E-posta: 23 – Trikopis
Yunanistan Ordular Baş Komutanı Trikopis ile ilgili bilgileri detaylı bir biçimde
okumuş bulunmaktayım. Bu konudaki çaba gösteren arkadaşların çabalarını takdirle
karşılamakla birlikte, bazı bilgilerin kaynak gösterilmeden ya da eksik bilgilerden
oluştuğunu tespit ettim.
Bu konuyla ilgili 2 yıldır yürüttüğüm bir çalışmam olduğunu katılımcılara bildirmek
isterim. Trikopis’in savaş malzemeleri ve saha taktiği ile birlikte, Afyonkarahisar'da
kullandığı karargâhlar ve günümüzde hala elde bulunan ona ait eşyalarla, onu
yakalayanlarla ilgili yaptığım çalışma bugün, hala yaşayan tanıklar ve o dönemden
gelen belgeler üzerine şekillenmektedir. 2007 yaz aylarına doğru tamamlamayı
hedeflediğim ve bittiğinde bir de belgesel çekimi haline getirmeyi planladığım bu
çalışmayı sizlerle paylaşacağımı, bilgilerinize arz ederim.
Orhan Turan – 15.02.2007
34
E-posta: 24 – Australia’dan selamlar
Sayin Orhan Bey.
Bu davranışınızın hiç de hoş olmadığını düşünüyorum.
Kendiniz, tanıkları kaynak olarak düşünmenize rağmen, AYTAM gurubundaki tanık
çocuklarının anlattığı olayları, hiçbir kaynağa dayandıramamanızı gerçekten çok
yadırgadım.
Bu kadar erken karar yargısına varacağınıza, belgeselinizi bitirdikten sonra,
arkadaşlar bu işin doğrusu budur diyebilseydiniz, çok daha şık olurdu diye
düşünüyorum.
İbrahim KAZAL -16.02.2007
Australia Sydney
35
E-posta: 25 – Tüm alıntılarda kaynak gösterilmiştir.
Değerli Dostlar;
Ahmet Çavuş dosyası ile ilgili olarak gruba bugüne kadar 22 e-posta gönderildi. Epostalardaki
alıntıların hepsinde kaynak gösterilmiştir. (Açıklama Aşağıdadır)
Bu notumuzdan sonra Ahmet Çavuş dosyasına devam edelim isterseniz. Olayı
sahiplenme çabasında olan "Trikopis'i Esir Aldığını İddia Eden Başkaları" hakkında
konuşalım mı?
E-postalarınızı bekliyoruz.
Av. Kadir Daylık – 16.02.2007
-----------
1. e-postadaki alıntının kaynağı Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanıdır.
2. e-postadaki alıntının kaynağı Sn. İbrahim Kazal'ın büyükbabasıdır.
(Sn. İbrahim Kazal lütfen büyükbabanızın ismini lütfeder misiniz)
3. e-postadaki alıntının kaynağı Sn. Bedri Yanbol'un babasıdır.(Sn.
Bedri Yanbol lütfen babanızın ismini lütfeder misiniz)
6. e-postadaki alıntının kaynağı Hıfzı Topuz'dur.
Bakınız http://atillagenis.blogcu.com/752443/
7. e-postadaki alıntının kaynağı 21.11.2004 günlü Sabah Gazetesi'deki Yavuz
Donat'ın yazsısıdır.
9. e-postadaki alıntının kaynağı http://atillagenis.blogcu.com/752443/
13. e-postadaki alıntının kaynağı http://atillagenis.blogcu.com/ 752443/ 15. epostadaki
alıntının kaynağı 29.4.1953 günlü Vatan Gazetesidir.
17. e-postadaki alıntının kaynağı Kadir Daylık'ın babası Hüseyin Daylık'dır.
18. e-postadaki alıntının kaynağı
http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFE603BF94 86D43
71D43E94F28A602B551
19. e-postadaki alıntının kaynağı
http://www.aksiseda.com/home.asp?id=38&yazi_id=28
20. e-postadaki alıntının kaynağı Sn. Ahmet Ünlü'nün babası Osman Ünlü'dür.
21. e-postadaki alıntının kaynağı
http://www.forumex.net/archive/index.php/t-36000.html
22. e-postadaki alıntının kaynağı
http://www.urlaonline.com/urlaaktif/content/view/445/158/
36
E-posta: 26 – Tüm alıntılarda kaynak gösterilmiştir.
Sayın Daylık,
Laf lafı açar demiştim. Konular ortaya çıktığında bu konuda bilgisi olan bir şeyler
yazma, bildiklerini paylaşma ihtiyacı duyabilir.
Bunu kaynak gösterilmeden yazılıyor diye yazan arkadaşı yadırgıyorum. Hatıra
anlatılıyor. Kendisinin büyük araştırmaları varmış. Merakla bekliyoruz. Burada
yazanlar araştırmacı değil. Araştırmacılara belki bir ipucu verebilecek anılar
anlatıyorlar. Bunu küçümser tarzda yazı yazan arkadaşın maksadını anlamış değilim.
Tekrar ediyorum kendisinin yazılarını da merakla bekliyorum.
Babam Mehmet Ali (O sıradaki lakap Yanbu-i zade) İmaret Camii külliyesinde
bulunan ahşap Medresenin müderrisi Fahrettin Hoca oğlu.
Selamlar.
Bedri Yanbol – 16.02.2007
37
E-posta: 27 – Ahmet Çavuş unutulmamalıdır.
Değerli Dostlar,
İncelediğim kaynaklarda Trikopis’in esir alınması ile ilgili anlatımlar aşağıdadır.
Konuyla ilgilenmeme sebep olan 29.04.1953 tarihli Vatan Gazetesi elime geçince
Ahmet Çavuş’un aynı ismi taşıyan torunu Sn. Ahmet Ünlü’ye yazdığımda bana
verdiği 22.11.2006 tarihli cevabında “…ulaştığınız yayın çok heyecanlandırdı. Çünkü
bende yoktu. Tabii ki bu konu ile ilgili büyüklerimden dinlediğim bazı şeyler de var.
Bu konu bir sahiplenme konusu... Ben ve ailemiz böyle bir öne çıkış yapmadık.
Bulduğunuz yayınların benzerleri ulusal veya mahalli düzeyde dedem ölene
kadar olmuş. Kurtuluş Savaşında Yunan Başkomutanının ve etrafında ki yönetimin
yakalanması ve onu yakalayanın Afyon'lu olması aslında çok önemli bir hadise... Yani
dedem olmasından önce Afyon'lu olması önemli... Siz Afyon'da buna dair bir ize
rastladınız mı hiç? Ancak Uşak bu hadiseye sahip çıkıyor...” demişti.
Aşağıdaki anlatımlarda da görüldüğü gibi Trikopis’i esir alan Ahmet Çavuş
unutulmaktadır. Bugünkü Afyonkarahisar’da bu kahramanı bize anımsatan hiçbir iz
bulunmamaktadır. Bize düşen, vakit geçirmeden tarihi doğru olarak kaydetmek,
muhafaza etmek ve geleceğe aktarmaktır.
Sayın Ahmet Ünlü,
Buradan size, babanız Sn. Osman Ünlü’ye iletmeniz için sesleniyorum; Ahmet
Çavuş hakkında biraz daha fazla bilgi gönderiniz. Ahmet Çavuş’un doğum tarihi
nedir? Kaç kardeşlermiş? Okula gitmiş mi? Askerliğe geçişi nasıl olmuş? Anne ve
babasından, kardeşlerinden bahseder miydi? Arkadaşlarını biliyor musunuz?
Savaştan sonra neler yaptı? Evi neredeydi? Çocukları kimlerdir? Kendisinde
Trikopis’den kalan eşyalar var mıydı? Bunlar ne oldu?
Lütfederseniz, cevapları merakla bekliyor, sevgilerimi sunuyorum.
Av. Kadir Daylık – 17.02.2007
---
29.04.1953 tarihli Vatan Gazetesi:
“Yunan Başkomutanı General Trikopis'i esir alan Afyon'lu meşhur Ahmet Ünlü Çavuş
(sağda). Dumlupınar'dan sonra Murat Dağlarına doğru çekilen Trikopis ve maiyetini
Halit Akmansu'nun kumandasındaki tümen takip ediyordu. Ahmet Ünlü de tümenin
öncü birliklerindendi. Trikopis'i mangası ile birlikte esir etmiştir. Trikopis'in yanında
General Diyonis, Miralay Vanderis bulunuyordu. Göyem köyü civarında teslim olan
generali Sıvaslı Yüzbaşı Salih Efendi'yle birlikte tümen kumandanının yanına
getirmişlerdir.”
21.11.2004 tarihli Sabah Gazetesi - Yavuz Donat’ın anlatımı:
“…Ve bu sırada Ahmet Çavuş, yanında iki erle, keşif için dağa tırmanıyor. Bir
kuytuda, birkaç Yunan subayını görünce, bombayı fırlatmaya hazırlanırken... Yunan
subaylar ellerini kaldırıp, teslim oluyorlar. Daha sonra ile Tabur Komutanı Fuat Bey
oraya geliyorlar. Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey, “Ahmet Çavuş” diyor:
- Kimi esir aldığını biliyor musun?
- Ne bilem kumandanım... Yunan gâvuru işte.
- Ahmet Çavuş, sen Yunan Başkomutanı General Trikopis'i esir aldın.”
38
http://atillagenis.blogcu.com/752443/ internet adresindeki 28.06.2006 tarihli
anlatım:
“…Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur
kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana
sordu:
— Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?
— Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!...
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
— Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı...”
Ahmet Çavuş’un oğlu Osman Ünlü’nün anlatımı:
“Yaya olarak Uşak yoluna vadi arasından giderken; Dadaylı Halit Albay’ın süvari
birliği ile karşılaştık. Dadaylı “Ben atla birlikte Gazi Paşa’ya daha çabuk götürürüm”
deyince, ben de esir aldığım Yunan komuta gurubunu teslim ettim. Teslim ettiğim
yer; Uşak merkeze on-on beş km mesafede, Afyon’dan Uşak’a gidiş yönünde, sağ
tarafta içerde, suni göle giderken, yol üzerindeki köyün meydanıdır.”
http://atillagenis.blogcu.com/752443/ internet adresinde Hıfzı Topuz’la
görüşmesinden nakledilen Trikopis’in anlatımı:
“…Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve çemberi
yarmaya teşebbüs ettim. Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir oldum. Beni
yakalayanlar hüviyetimi almakta güçlük çekmediler.”
http://www.gata.edu.tr/kutuphane/Kitap_Ozetleri/Kurtulus_Savasinin_Gizli_Or
gutu.htm internet adresinde Selahattin Salışık’ın Kurtuluş Savaşı’nın Gizli
Örgütü isimli kitabından, Yunan orduları Başkomutanı Trikopis’in günlüğünden:
“Uşak’ın Türkler tarafından alındığını görünce yapacak bir şey olmadığını anladım.
Askeri karanlık basıncaya kadar istirahat ettirdim. Uşak’ın biraz doğusunda
bulunuyorduk. Saat 16.00 sularında Türkler göründü. Ben askerlerime savaş emri
verdiğim halde onlar ateşkes borusu çalıp dağılıyorlardı. Türkler'le savaşmaktansa,
teslim olmak en salim yoldu. Ve nihayet beyaz bayrak çekmeye mecbur kaldık. Esir
oldum.”
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=26028 27.11.2006 tarihli Aksiyon
Haftalık Haber Dergisi – Ahmet Turan Alkan’ın anlatımı:
“Halit Bey’in askerlik kariyeri üstün başarılarla dolu. Sadece şu kadarını zikretmek
yeterlidir: Sivas Kongresi’ni engellemek isteyen Elazığ Valisi Ali Galib’i
engellemesinin yanı sıra Sakarya Harbi’nde ve Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde
Kafkas tümenlerine komuta etti ve Yunan Başkumandanı Trikopis’i esir aldı.”
http://dadayhalkegitimimerkezi.sitemynet.com/daday/id5.htm internet
adresindeki Daday Kaymakamlığı Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nün anlatımı:
“Miralay Halit Akmansü: 2 Eylül 1922 günü Uşak’ta Bölmelik Tepe’de Yunan
Kuvvetleri Başkumandanı General Trikopis ve General Dijennis, Albay Yuvanis, Albay
Kalinalis’i esir almıştır.”
http://www.idilkesgin.com/usak/usakhtml/usakadi.html internet adresindeki
anlatım:
“30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Başkomutanlık Meydan Muharebesinde bozguna
uğrayan Yunan Ordusu’nun büyük bir kısmı Dumlu, Büyükoturak, Banaz, Kızılhisar
39
ve Kapaklar üzerinden Uşak’a doğru çekilirken Yunan Orduları Başkomutanı General
Trikopis’in de bulunduğu büyük bir düşman birliği Comburt Ovası’nı geçerek 2 Eylül
1922 günü Aşağıkaracahisar Köyü’ne gelmişti. Aynı gün 5. Kafkas Tümeni’ne
mensup birliklerimiz, muhtelif savaşlar vererek ve Elma Dağı’nın güneydoğusunda
bulunan Göğem Köyü’nün doğu yakasına yaklaştığında Karacahisar ve Cumyuva
(Mıngırap) köylerinin alevler içinde yanmakta olduğu haberini almışlardı. 30 Ağustos
imha savaşından kurtulan kalabalık bir düşman kuvvetinin bu köyleri basarak yakıp
yıktığı ve Uşak istikametinde çekilmekte olduğu anlaşıldığından, 5. Kafkas Fırkası
Komutanı Halit Bey, Fırka Süvari Bölüğü’nü batıda Kusura Deresi tarafından
Karacahisar Köyü istikametinde keşfe, Tümen 9. Alayı’nı da süvari bölüğünü takiben
Karacahisar Köyü güneyindeki tepeleri işgal etmek üzere göndermişti. 9. Alay
Komutanı Hopalı Yarbay Ali Bey’di. Alay Göğem Köyü’nin kuzeyindeki Bölmeli Tepe
gerisinde, 13. Alay da ihtiyatta bulunuyordu. Ayrıca 2 adet topçu taburu da
mevzilerine girmişti. Tümen gözetleme yerini Bölmeli Tepe’de kurmuş olan Halit
Bey, batarya dürbünü ile bizzat yaptığı tarassut sırasında Elma Dağı’nın doğu
eteklerinde Karacahisar Köyü’nün yanmakta olduğunu Elma Dağı’nın Kusura
Deresi’ne uzanan ve köye hakim bulunan sırt üzerinde düşman askerlerinin
dolaştığını görmüştü. Daha önce keşfe gönderilen süvari bölüğü düşmana
yaklaşarak, Karacahisar civarındaki sırtta savaşa başlamıştı. Elma Dağı düşman işgali
altında idi. Buradaki düşman kuvveti 10 – 12 bin kişi tahmin edilmekte idi. Süvari
bölüğünün yaya savaşının devam ettiği ve 9. Piyade Alayı’nın da Karacahisar sırtlarını
ele geçirdiği sıralarda, düşmanın ateş ederek karşı koyması beklenirken Elma Dağı
üzerinden bir beyaz bayrağın sallandığı görüldü.2 Eylül 1922 gecesi saat 22:30
sıralarında süvari bölüğü komutanı Sıvaslı Yüzbaşı Ahmet Bey, esir generaller ile
maiyetlerini Bölmeli Tepe (Çakmaklı Tepe) deki 5. Kafkas Fırkası Komutanı Yarbay
Halit Bey’in (Halit Akmansu) yanına getirdi”
http://www.alimsaid.com/Son_Sahitler/cilt_2/2_143.htm internet adresinde Ata
Kulaksızoğlu’ndan nakledilen:
“Yunan Başkumandanı General Trikopis ve ikinci Kolordu Kumandanı General
Dijennis ile On Üçüncü Tümen Kumandanı Albay Vandelis'le 39l subay, 4385 eri esir
alan Beşinci Kafkas Tümenimizin komutanı, Erkân-ı Harp Miralayı (Kurmay Albay)
rahmetli Halit Akmansü.”
http://kanalkbb.net/index.php?cat=79 internet sitesinde Dr. Yücel Tanyeri’nin
01.07.2006 tarihli yazısındaki anlatım:
“(Halit Akmansü) 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz sırasında 5. Kafkas Tümen
Komutanı iken,2 Eylül 1922 günü Uşak’ta Bölmelik Tepede Yunan Kuvvetleri
Başkomutanı General Trikopis’i esir aldı ve bu başarısından dolayı Mustafa Kemal
Paşa tarafından kutlanarak BMM Hükümetince Miralay’lığa terfi ettirildi.”
http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=12961,104 internet sitesinde 6.11.2005
tarihli Akşam Gazetesi – Deniz Güçer’in anlatımı:
“Ali Rıza Benli savaşın en önemli sahnesinin de kahramanıydı. Komutan Halit
Akmansu, Adatepe’nin düşmesinden sonra Ali Rıza Benli’ye bir telgraf çekti. Yunanlı
komutanların teslim alınması gerekiyordu. Görev, Ali Rıza Benli’ye verildi.
Benli hayatının en önemli görevini o gün yaptı. Yunan Başkomutan Trikopis, 2.
Kolordu Komutanı General Diyenis, 440 subay ve 4 binden fazla eri ve tüm
mühimmatı almak üzere harekete geçti. Genç komutanı gören Yunan Başkomutan
ayağa kalktı ve “Teslim olmaktan başka çare yok” dedi. Kılıcını Benli’ye teslim etti.”
40
E-posta: 28 – Ahmet Çavuş unutulmamalıdır.
Kadir Bey,
Sorularınızı babama ulaştırdım. Yanıtlarını size ileteceğim.
Sevgi ve saygılarımla...
Ahmet Ünlü – 19.02.2007
41
E-posta: 29 – Farklı anlatımlar.
Değerli Dostlar,
Trikopis’in esir alınması ile ilgili iki anlatımı daha gönderiyorum. İlki Mustafa Kemal
Atatürk’ün anlatımı, ikincisi ise Halit Akmansü’nün anlatımıdır. Bundan sonrasını
araştırmacılara bırakıyoruz.
İyi okumalar,
Av. Kadir Daylık - 20.02.2007
---
“Artık düşmanın beş fırkası, doğal olarak pek çok kayba düştükten sonra geri
kalanları teslim olduklarını bildirmeye başladı. Bu teslim alma uygulaması birkaç gün
devam etti ve sonunda şuraya buraya başvurup kurtulma imkânını bulamayan
Başkomutan Trikopis de arta kalanlar ile teslim olacak adam arıyordu. Rastlantı ile
oralarda bir istihkâm teğmenimiz vardı. Ona haber göndermiş “Teğmen Efendi
buyursun” demiş ve hemen atına binmiş birkaç askerle beraber dereye inmiş orada
savaş safı düzeninde bekleyen ordu artığını görmüştür. Bunlar, hemen generalleri ve
subayları ve askerleri ile beraber bu subayımızı selâmlayarak teslim olduklarını
bildirdiler! (Alkışlar).”
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III (Büyük Zafer Hakkında 4 Ekim 1922)
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bugünkü dille yayına hazırlayanlar:
Prof.Dr. Ali SEVİM, Prof.Dr. M.Akif TURAL, Prof.Dr. İzzet ÖZTOPRAK
Halit Akmansü’nün anlatımı da şöyle:
“…31 Ağustos sabahı, düşmanın çekildiği anlaşılınca, Uşak’a doğru takibimiz devam
etti. Fakat benim tümenim, beş günlük kesintisiz savaşlar sırasında 105 subay ile
1200 er şehit ve yaralı vererek çok yorgun düştüğü için, o gün Küçük Aslıhanlar
civarında istirahat ediyordu. Ertesi günü ağırlıklarımızla toplu bir halde Uşak
istikametinde yolumuza devam ettik. Eylülün ikinci günü, öğleden sonra ikiye doğru
kolbaşımız Karahisar`a yaklaşmıştı ki, dörtnala gelen bir köylü:
— Onikibin kadar tahmin olunan düşman, köyleri yakarak, Muratdağı cihetinden,
Elmadağı – Uşak’a doğru ilerliyor.
Haberini verdi.
Bu kuvvet her halde 30 Ağustos Meydan Savaşından kurtulabilen bir kuvvet
olabilirdi. Köylü fazla malûmata sahip olmadığından, düşmanın gerçek mevcudunu
şu anda bilmek imkânsızdı.
Arazi çok dalgalı, dereli tepeli olduğu için bir şey görülmüyordu. Hemen savaş
tertibatı aldırdım. Süvari bölüğünü de, düşman istikametinde keşfe, kuvvetini ve
bulunduğu yeri tayine memur ettim. Biraz sonra süvari, düşmanla temas etti. Biz de
zaten ilerliyoruz. Süvari bölüğüm yaya çengine başladı. Bir alayla bu bölüğü takviye
42
ettim. Bir batarya dürbünü ile düşman istikametini tarassut ve tetkikimde, Elmadağı
doğu eteğindeki Karahisar köyünün yandığını ve düşman askerlerinin köy içinde
gezindiklerini gördüm. Elmadağı’ndan Kosur deresine uzanan Karahisar köyüne
hâkim sırt üzerinde gezinmeler vardı. Fakat arazinin çok arızalı oluşu, Elmadağı
gerisinde ne kadar kuvvet bulunduğunu görmeye mâni idi. Ancak düşmanın
Elmadağı’nda ve Karahisar’da olduğu artık anlaşılmıştı. Ben tümenin kalan kuvvetiyle
Kosur deresinin iki tarafında hazırlık mevziine girdim. Durumun açıklık kazanmasını
bekliyorum. Uşak’a gitmiş bulunan kolordu komutanımıza rapor göndererek durumu
bildirdik. Düşman son hesaplara göre de filhakika on, on iki bin tahmin ediliyordu.
Dağı işgali altında bulundurduğu için mevzii bize hâkimdi, akşama da iki saat kadar
bir zaman vardı. Dediğim gibi kolordum Uşak`a gitmiş olduğu için tümenim yalnız
kalmıştı. Bu durumda tek başımıza ve hemen bir saldırıya kalkmayı doğru bulmadım,
ihtiyatkâr hareketi tercih ettim.
Fakat akşama doğru Elmadağı üzerinden, büyük bir beyaz flama sallandı. Aramızda
iki kilometre kadar bir mesafe vardı. Fakat ilerideki süvarilerimiz bir kilometreden
fazla uzakta değillerdi.
Biraz sonra süvari bölüğüme gelen beyaz filâmalı bir Yunan küçük subayını yanıma
getirdiler:
— Beni General Trikopis gönderdi. Teslim olacak. Teslim almanızı istiyor...
dedi.
— Yanında kim var, ne kadar kuvvet mevcut, neredeler?
diye sorduk.
— Yanında İkinci Kolordu Komutanı General Diyonis, Tümen Komutanı Miralay
Vandelis erkânıharbleri, yaverleri ve bir tümen asker var.
Liva komutam Ali Rıza Bey’e, gidip bunları teslim alması emrini verdim.
O gün 23. Tümenden emrime verilen bir alay da dâhil olmak üzere, dört piyade alayı
"halindeki kuvvetlerimiz Elmadağı eteğindeki Göyem köyü civarında Yunanlıları
teslim aldılar. Bunlar hakikaten iki general, bir tümen komutanı albay ve 6.000
askerle 300 yaralıdan ibaretti
.
2/3 Eylül gecesi saat ona doğru süvari bölüğü komutanı Yüzbaşı Sivaslı Salih Efendi
iki general ile bir miralayı ve yaverlerini, bulunduğum Göyem köyü kuzeyindeki
Bölmelik tepeye getirdi. Atla geldikleri halde yorgun, bitkin bir halde idiler. Bunların
İzmir’e ilk çıkan 13. Yunan tümeni olduğu anlaşıldı. Teslim olmadan evvel Elmadağı
üzerinde bir savaş meclisi kurmuşlar, tümen komutanı ‘Edremit istikametinden
çekilerek kurtulabiliriz, teslim olmayalım’ demiş. General Trikopis:
- Her ne kadar vazifemizi yapmış isek de, bu durumda Yunanistan’a dönmemiz bir
felâket olur. Derdimizi kimseye anlatamayız. Halk galeyan içindedir. En iyisi teslim
olmaktır.
Demiş ve böylece teslim olmuşlar. Fakat bize tesadüf etmeseler, pek yaklaştıkları
Uşak’a varıp salimen kurtulacaklarını zannediyorlarmış.
43
Generaller ve maiyetleri karşıma geldiler. Fakat General Trikopis, beni mirî fiyatla
levazımdan alınmış ve yollarda yıpranmış bir nefer elbisesi ve kaputu, gene öyle bir
nefer çizmesi ve başımda kalpak gibi bir şeyle görünce bir komutana filân
benzetememiş olmalı ki, gözlerini sağa sola çevirerek araştırıyordu. Hakkı da yok
değildi. O anda cebimde bile topu topu bir liram vardı. Kendisi ise, mükemmel bir
Avrupalı kumandan kıyafetinde bulunuyordu.
Bir zaman sesimi çıkarmadım. Nihayet karşısında benden başkasını göremeyince,
yüzüme bakıp Fransızca:
— Ou est le commendant?
diyerek, kendisini teslim alacak kumandanı aradı.
Ben, ya Rabbi, bu zalimleri benim gibi mütevazı bir adama teslim ettin.. diye Allah`a
şükrediyordum. Sonra, kendisine bir adım daha yaklaşarak, Fransızca:
— Kumandan benim... Hoş geldiniz.
dedim. İnanmıyormuş gibi, şaşkın şaşkın bakıp, bir tereddüt devresi geçirdikten
sonra, böyle basit kılıklı birine teslim olmak talihsizliğine düştüğünü hissettiren bir
iç çekişle boynunu büktü. Tabancalarını alarak:
— Buyurun. Oturalım.
dedim. Karşı karşıya yere bağdaş kurup oturduk. Meyus ve mahzun bir halde idiler.
Özellikle tümen komutanı Vandelis hiçbir şey görmemek ister gibi gözlerini
yummuş, düşünüyordu. Yanıma, belki lâzım olur diye Rumca bilen bir Giritli subay
almıştım. Meğer Trikopis’in de Fransızcası benden farklı değilmiş. Güzelce anlaştık.
Karınlarının aç olduğunu anlayınca, bir sofra çıkaralım, güzelce yesinler içsinler,
dedim ama kendilerine haber gönderdiğim hâlâ alev alev evleri yanıp duran köylüler,
bunları da gözleriyle gördükten sonra : ‘Kumandanımıza canımız feda... Nemiz var
nemiz yoksa onun olsun, ama bize yapmadıklarını bırakmayan düşmana, avuç
dolusu altın da verseniz, alimallah bir lokma ekmek bile veremeyiz... Baksanıza hâlâ
yanıyoruz.’ diye red cevabı verdiler. Ben de yanımda bulunan zeytin, peynir, ekmekle
bir sıcak çay ikram ettim. Ortamıza bir de ateş yaktırdım. Onun çatırdıya çıtırdaya
yükselen alevi, esaretin acısını birkaç saatten beri çekmekte olan General Trikopis ile
arkadaşlarının yüzlerine bir başka ızdırab ve hüzün veriyordu.
Nihayet, sorgulamaya sıra gelmişti. General Trikopis’e:
— Siz, dedim, vazifenizi yaptınız. Fakat savaş talihi aleyhinize döndü. Zaten
memleketimizi haksız yere işgal etmiştiniz. Biz sizi vatanımızdan çıkarmak için
çalıştık. Ergeç muvaffak olacağımızdan da emindik ama bu kadar çabuk, bir hafta
gibi kısa bir zamanda ordunuzun darmadağın olarak izmihlale uğrayacağını tahmin
edemezdik. Ben Sakarya Meydan Savaşında da tümen komutanı olarak bulundum.
Yunan ordusu orada, bu seferki savaşlara nispetle daha ziyade savaş yeteneği
göstermişti. Şimdi ne oldu? Başkomutan vekili sıfatiyle elbette bunun sebeplerini
bilmeniz lâzımdır. Beni bu yönden aydınlatırsanız çok memnun olurum.
General Trikopis, artık olan oldu, der gibi bir el işareti yaptı ve anlatmaya başladı:
44
— Yenilgimizin sebepleri çoktur. Bence bunların başında, Sakarya bozgunundan
sonra Yunanistan`da kabinenin değişmesini mucip olan büyük galeyan ve
Başkomutan General Papulas ile Genelkurmay Başkanı General Dosmanis`in azli
gelir. Bundan sonra da ordunun krala sadakatini muhafaza edecek bir başkomutan
aranınca, kiralın yaveri Haci Anesti’nin seçilişi gelir ki, bu general başkomutanlık
yapacak kudrette değildi. Hele maiyet komutanları da kendisi gibi, aynı düşünce ile
tayin edilince, içine siyaset giren orduda ne güven, ne de düzen kaldı.
Diğer önemli bir sebep de şu olmuştur; casuslarım vasıtasiyle sizin taarruza
hazırlandığınızı ve Uşak istikametindeki ricat hattımızı kesmek üzere üstün
kuvvetlerle sağ cenahımıza taarruz edeceğinizi haber aldığım zaman bunu
Başkomutan Haci Anesti’ye yazdığım halde, o böyle bir saldırıya ihtimal veremediğini
söyledi, boş bulundu. Hatta hava keşifleri ve istihbaratımla saldırı için yığınak
yaptığınızı öğrenerek tekrar kendisini ikaz ile sağ cenahta kuvvetli bulunmak için
Altıntaş’taki ikinci kolordunun sağ cenaha yaklaştırılmasını teklif ettimse de onu
buna da inandıramadım. Saldırı hareketinizi bir blöf addederek, teklifimi kabul
etmedi.
Dördüncü sebebe gelince; 26 Ağustosta, saldırıya başlayıp da birinci hat
siperlerimizi düşürdüğünüz zaman Altıntaş - Eskişehir yönündeki saldırınızın,
kuvvetlerimizi orada tespit için olduğunu yazarak, asıl ciddi saldırınızın Afyon
bölgesinden olduğunu tasrih ile gene acele kuvvet istedim. Ancak geç vakit ve yalnız
bir tümen gönderildi. Bunu takviyeye muhtaç tümenlere dağıttım ama iş işten
geçmişti, bir fayda vermedi.
Son sebep; cephe, kuvvetimizle tamamen ters genişlikte olduğundan, Eskişehir -
Afyon hattında savaşı kabul etmemiz uygun değildi. Ben, geride Belen hattında
savaşı kabul etmemiz lâzım geldiğini, daha savaşa başlamadan evvel,
başkomutanlığa teklif etmiştim, bu da kabul edilmedi.
Nihayet, bütün bunlara bir de Yunan askerinin, Sakarya Savaşından sonra uzun süre
hareketsiz beklemesinin moralini bozmuş olduğunu da ilâve edebiliriz. Bu sırada
Yunanistan’da da hava bulanmış, kamuoyunda savaş karşıtlığı alıp yürümüştü. Bu
fikir cephedeki askere kadar yayılıp subayların da, erlerin de maneviyatını sarsmıştı,
öyle zamanlar oldu ki subaylar ve erler bizzat benim emrimi dinlemez oldular.
İşte Yunan ordusunu umulmadık bir yenilgiye uğratan başlıca sebepler bunlardır.
Üç Eylül sabahı General Trikopis ile arkadaşlarını süvari bölüğüme teslim ederek
Uşak’a gönderdim.
O gün Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Erkânıharbiyei Umumiye Reisi Fevzi,
Cephe Kumandanı İsmet, Dördüncü Kolordu Kumandanı Kemalettin Sami ve Birinci
Ordu Kumandanı Nurettin Paşalar da Uşak’ta idiler...”
http://www.hukuki.net/forum/showthread.php?t=13429&page=2 Hukuki net
forum, commodore1tr (commodore1tr@yahoo.com)
45
E-posta: 30 – Trikopis’in kılıcı (1).
Değerli dostlar;
Trikopis’in yakalanması konusundaki farklı anlatımlar gibi Trikopis’in kılıcı
konusunda da farklı anlatımlar vardır. Yakın tarihimizdeki bir olayın bile böyle
karışık olması, sanırım bizim toplumumuzda zamanında yazma – kayıt tutma
becerisinin olmamasından ileri geliyor. Bu nedenle çok yakında olmuş bitmiş olayları
bile söylence haline getiriyoruz. Trikopis’in kılıcı ile ilgili olarak anlatılanlar bakın
nasıl;
Sevgilerimle gönderiyorum,
Av. Kadir Daylık – 22.02.2007
---
Trikopis’i esir alan Ahmet Çavuş’un oğlu Osman Ünlü, babasının ağzından
şöyle naklediyor:
“Teslim olun, diye bağırdım. Yunan başkomutanı olduğunu sonradan öğrendiğim
kişi, tercümanı vasıtasıyla, benim söylediklerimi öğrenince bana rütbemin ne
olduğunu sordu. ”Alay komutanı olduğumu, teslim olmazlarsa imha edeceğimizi”
söyledim. Ben de bu arada kaç kişi olduklarına bakıyordum ki; Rumca kendi
mahiyetine “teslim oluyoruz” diye bağırdı. Tercüman da bize Türkçe bildirdi. Bu
arada yirmi kadar Yunan subayı atlarını ters yöne çevirip kaçtılar. Teslim olan grubu
attan indirtip, silah ve kılıçlarını toplattım. Tarafımızdan Yunan komuta heyetine ne
kötü söz söylendi ne de darp yapıldı.”
T.C. Kültür Bakanlığı – Uşak Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi
http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF8FE9074FF1
9B000504C841C36B5D3393 :
Atatürk, Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’i bu binada karşılamış, Başkomutan
Trikopis’in silah ve kılıcını kurmayları İsmet Paşa (İsmet İnönü), Halit Akmansu,
(Dadaylı Halit), Asım Paşa (Asım Gündüz) ile birlikte teslim almıştır.
Uşak Üniversitesi http://www.usak.edu.tr/genel.htm :
Atatürk ve İnönü şehre gelerek karargâh kurmuşlar, Trikopis’in kılıcını bugün
Atatürk ve Etnografya Müzesi olan evde teslim almışlardır.
http://www.butundunya.com/bd.php?p=0&pyil=2006&pay=11&ptip=YAZI&g=
1&s=0&a=0&ysn=1 Mete Akyol – Bütün Dünya:
Uşak’ta Türk askerlerinin “ev sahipliği”nde gerçek bir “konuk” olarak ağırlanan
General Trikopis, tutsak alındığında ele geçirilen kılıcını kendisine geri veren Garp
Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa’yı ve Türkler’i, yaşamının sonuna değin her
zaman saygıyla anmıştı.
http://www.usak.tv/icerik.asp?id=5 Uşak Tv :
2 Eylül 1922’de Atatürk ve İnönü şehre gelerek karargâh kurmuşlar, Trikopis’in
kılıcını bugün Atatürk ve Etnografya müzesi olan evde teslim almışlardır.
http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=12961,104 – Deniz Güçer 6.11.2005
tarihli Akşam Gazetesi:
46
Genç komutanı gören Yunan Başkomutan ayağa kalktı ve “Teslim olmaktan başka
çare yok” dedi. Kılıcını Benli’ye teslim etti.”
http://atillagenis.blogcu.com/752443/ Hıfzı Topuz, Yunanistan'da General
Trikopis'i ziyaretinde Trikopis’in ağzından anlatıyor:
“Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bizde kılıcı düşmana
teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye gittiğini gören yaverim bir ara
yanıma gelerek:
— Generalim, kılıçlarımızı imha edelim'' diye teklifte bulundu. Kılıcımı kendisine
verdim. Aldı ve parçaladı.
Firar fayda etmedi, ordu perişan olmuştu.
Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve çemberi yarmaya
teşebbüs ettim. Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir oldum. Beni yakalayanlar
hüviyetimi almakta güçlük çekmediler. Üzerimde bir revolver vardı. Derhal bunu
anladılar. Bizde süvarilerin kılıcı atların eğerine bağlıdır. Benim bindiğim atta da
böyle bir kılıç bulunuyordu. Askerler bunu da benim kılıcım zannıyla müsadere
ettiler.”
http://www.tsk.mil.tr/askerimuze/kurtulus_savasi_salonu.htm Askeri Müze ve
Kültür Sitesi Komutanlığı:
“Kurtuluş Savaşı Salonu’nda esir düşen Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis'in
karargâhında ele geçirilen eşyalar bulunur.”
47
E-posta: 31 – Trikopis’in kılıcı (2).
Değerli Dostlar,
Trikopis’in kılıcı konusunda iddialı bir yazı gönderiyorum.
Sn. Osman Ünlü’nün notları da geldikten sonra bu bahsi kapatacağız ve bu konudaki
tüm yazıları e-kitap olarak http://www.aytam.org.tr adresinde yayınlayacağız.
Sevgilerimi sunuyorum; sağlıcakla kalınız…
Av. Kadir Daylık 25.02.2007
---
Askeri Müze'deki Sahte Kılıç:
“Tarih, efsanenin kız kardeşidir derler. Her zaman kol kola yürüdüklerine en büyük
şahitlerimizden birisi de yakın tarihimiz olmalı. Bu tarih içinde “Çanakkale
efsaneleri” hacimli bir yer tutar.
Milletin Çanakkale’ye yönelik hassasiyeti kabardı ya, bezirgândan geçilmiyor ortalık.
Okuru daha fazla ağlatan, kazanıyor. Bu yüzden olmadık madrabazlıklar da
yapılıyor. Böylelikle aslında Çanakkale şehitlerinin ruhları daha fazla acıtılmış oluyor.
Maalesef piyasa ekonomisi böyle fena bir yol açmış durumda. Muhtemelen bazı
dostlarımı da üzeceğim feci örnekleri Mart ayına saklayarak bugünkü efsanemize
geçiyorum.
Evet tarih, efsanesiz yapamıyor, anladık. Pudra şekeri gibi, etrafında uçuşan bir
masal bulutu da istiyor. Üstelik bu masal bulutunun boyutları, en ciddi olduğunu
bildiğimiz ve Türk halkının en fazla güvendiği kurumun çatıları altına da ne yazık ki
sirayet etmiş durumda. Umarım bu yazı, yetkilerin uyanmasına ve bir fahiş hatayı
düzeltmelerine yardımcı olur.
Yıllar sonra tekrar gitmek istedim Harbiye’de bulunan Askeri Müze’ye. Kökleri,
Topkapı Sarayı’nın girişinde bizi karşılayan Aya İrini Kilisesi’ne dayanan bu
güngörmüş müzemizdeki en ilginç objelerden birisi, Fatih’in İstanbul kuşatmasında
Bizanslıların Haliç’e gerdikleri ünlü zincirin bir kısmıdır. Değerli tablolar, silahlar,
giysiler vs. ile ziyaretçileri bir zaman tüneline sokmayı başaran müzelerin başında
gelir Askeri Müze.
Bir de Kurtuluş Savaşı’na ait eşyaların sergilendiği salonlar vardır burada. İşte bu
salonlardan birinde bir kılıç karşılar sizi. Yıllar önce de gördüğüm bu kılıcın
hikâyesini araştırdıktan ve efsanesini iyice kafamdan sildikten sonra tekrar yolumu
düşürdüm Askeri Müze’ye. Yapılan bunca yayının ardından herhalde o kılıcın doğru
adresi ortaya çıkmış ve gereken düzeltme yapılmıştır umudundaydım doğrusu. Öyle
ya, Askeri Müze, bizim medar-ı iftiharımız olması gereken kurumlardan biridir ve bu
konularda gereken hassasiyeti göstermiştir diye düşünüyordum.
İtiraf edeyim ki, yanılmışım! Her şey aynıydı. İçeride temizlik yapan görevliden izin
alarak yaklaştığım vitrinde esir alınan büyükçe bir Yunan bayrağının önünde bazı
silahlar uzanmış yatıyordu. Bunlardan birisinin önünde yıllar önce de gördüğüm yazı
48
hemen hemen aynı kelimelerle yerli yerindeydi. Şöyle yazıyordu kılıcın önündeki
plakada:
“Kılıç. Başkumandanlık Meydan Muharebesinde esir edilen Yunan Başkumandanı
General Trikopis’e aittir. İngiliz. 20. yy.”
Yani? Yanisi şu ki, yanlışlar bilgi çağına rağmen devam ediyor, efsaneler gerçeğin
yerini işgalde inat ediyorlardı.
Peki işin doğrusu nedir? İzninizle bunu kısaca özetleyeyim.
Ama önce ders kitaplarımıza kadar sızmış efsanemiz ne diyor, ona bakalım.
Herhangi bir örnek seçiyorum:
“Uşak’ın kuzeydoğusunda ve şehre 17 km. mesafede bir küçücük köy vardır. Adı:
Göğem’dir bu köyün. Çakmaklıtepe adı verilen bir tepenin yamacında kurulmuştur...
İşte bu yer, “Megaloidea”cıların ordularının başında bulunanların muzaffer
kumandanlar olarak girdikleri “orduları dağıtılmış” Anadolu’da Türk’ün kahredici
şamarını yedikten sonra başlarını eğerek silâhlarını Türk ordusuna teslim ettikleri
yerdir.” (Ne. S., “Uşak ve Trikopis”, Akın, Sayı: 9, Eylül 1967, s. 11-12.)
Bozguna uğrayan Yunan Orduları Başkomutanı (aslında biz yakaladığımız sırada
başkomutan olduğunu bilmiyordu kendisi; iletişim hatları kesik olduğu için müjdeli
haberi alamamış, daha doğrusu haberi biz vermiştik kendisine; tabii esir olduktan
sonra!) Trikopis’in kuvvetlerimize teslim olurken kılıcını teslim ettiği o kadar sık
tekrarlanmıştır ki, neredeyse tartışılmaz bir aksiyom (mütearife) haline gelmiştir
kafamızda.
Oysa yaygınlığıyla ters orantılı olarak yanlıştır bu kılıç teslim olayı. (Hatta bazılarımız
Gazi Osman Paşa için de kılıcını teslim etti, derler ki, vahim bir hatadan öte,
düpedüz bir iftiradır. Komutanların şerefi, kılıçlarını teslim edip etmemeleriyle
ölçülebilir diyebiliriz. Gazi Osman Paşa da Çar Aleksandr ve Grandük Nikola’ya
kılıcını teslim etmemek için arabada “unutmuştu”. Çar da bir asker olarak bu jestin
manasını gayet iyi anlamış ve biraz da bu onurlu duruşu yüzünden özel bir alaka
göstermişti Paşa’ya.)
Lafı dolandırmadan söyleyelim: Trikopis’i Göğem köyü civarında esir alan Beşinci
Kafkas Tümeni Komutanı Albay Dadaylı Halit (Akmansü), hatıralarında kılıç teslimi
olayından hiç bahsetmez. Yalnız yatmadan önce çadıra girerken generallerin
bellerindeki tabancaların alındığından bahseder ki, tabancaların da teslim olduktan
sonra saatlerce üzerlerinde kaldığını anlıyoruz. Cemal Kutay’ın aktardığı
hatıralarında şunları söylüyor Albay Halit Bey:
“General Trikopis ve arkadaşları yanıma kendi atlarıyla geldiler ve yine atlarıyla
Uşak’a gönderildiler. Üzerlerinde ve hayvanlarının eğer takımları üzerinde kat’iyyen
kılıç yoktu. Şu halde İstanbul’da Askerî Müze’deki... Trikopis’e ait olduğu ilan edilen
kılıç nerede, ne zaman ve kimin tarafından alınmıştır?”
Trikopis’i teslim alan komutanın görmeyip bilmediği bu kılıç nereden çıkmıştır
sahiden de? Acaba başka komutanlardan alınmıştır da, bir karışıklığa kurban mı
gitmiştir? Bilinmiyor. Ancak o kılıç, Trikopis’e ait değildir. Bu kesin. O kadar kesin ki,
kılıcın sahibi olduğu iddia edilen şahıs, yani Trikopis, 1952 yılında Atina’da kendisini
ziyaret eden gazeteci Hıfzı Topuz’a işin gerçeğini bir de kendi açısından anlatmış ve
49
kılıcının, teslim olmadan biraz önce kendi yaveri tarafından parçalandığını
söylemiştir.
Teslim alan da, teslim olan da, yani olayın her iki tarafı da böyle bir kılıçtan söz
etmiyor ve inkâr ediyorlarsa, bu kılıç nasıl oluyor da hala Askeri Müze’de “Trikopis’in
kılıcı” diye sergilenebiliyor? Bu 85 yıllık yanlışlık ne zaman düzeltilecek? Ne zaman
müzelerimiz efsanelerden arınacak ve Atatürk’e yaslanarak “hayatta en hakiki
mürşit” olduğunu söyleyip durduğumuz bilginin sergilendiği mekânlar haline
gelecek? Merak ediyoruz.”
http://www.mustafaarmagan.com/yaziGoster.php?yaziNO=1044
50
E-posta: 32 – Kurtuluş Savaşımızda Yunan Başkamutanı Trikopis ve
Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş
Değerli Dostlar;
Trikopis’in kılıcı konusunda bunca söylenenden sonra ben de gidip Devlet
Arşivleri’nde bir Katalog taraması yaptım.
Devlet Arşivleri’nde Trikopis’in kılıcı ile ilgili bir kayıt var.
Arşiv belgesini görmedim. Araştırmacılar gidip bakabilir. Kayıt numarasını
veriyorum:
Tarih: 9/4/1932Sayı: Dosya: 433317Fon Kodu: 30..10.0.0Yer No: 254.713..13.
Arşiv Belgesi : “İstanbul'daki müzenin birinde Yunan Genarali Trikopis'in kılıcı ve
kasketinin kaldırılması için eski Muhariplerin tepkilerini dile getiren İvradini
Gazetesi'nde çıkan yazı.”
Devlet Arşivlerine üye olanlar internet üzerinden de bakabilirler.
http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/
Bundan sonrası araştırmacıların işi, bu dosyayı burada kapatıyoruz.
Sn. Osman Ünlü’nün notları gelmedi. Geldiğinde http://www.aytam.org.tr adresinde
yayınlayacağımız e-kitaba ekleyeceğiz. E-kitabımızı “Kurtuluş Savaşımızda Yunan
Başkamutanı Trikopis ve Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş” adıyla yakında sizlere
sunacağız.
Saygı ve sevgilerle,
Av. Kadir Daylık - 28.02.2007
51
E-posta: 33 – Kurtuluş Savaşımızda Yunan Başkamutanı Trikopis ve
Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş
Bir süredir yurt dışındayım. Babamdan açıklamalar geldi, haftaya döndüğümde
toparlayıp göndereceğim.
Saygı ve sevgilerle…
Ahmet Ünlü – 01.03.2007
52
E-posta: 34 – Babam Ahmet Çavuş
Değerli Dostlar;
Kurtuluş Savaşımızda Yunan Başkomutanı Trikopis ve Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş
dosyasını Gazi Ahmet Çavuşun oğlu Osman Ünlü’nün anlatımı ile kapatıyoruz. Tüm
yazışmaları e-kitap olarak http://www.aytam.org.tr sitesinde yayımlayacağız. Başka
konularda buluşmak üzere sağlıcakla kalınız.
Av. Kadir Daylık – 10.03.2007
Gazi Ahmet Çavuşun oğlu Osman Ünlü anlatıyor;
Babam Ahmet Çavuş’un Doğum tarihi 1890’dır. Ana adı Ayşe, baba adı Halil’dir.
Dört erkek, iki kız olmak üzere altı kardeştir.
Halil Dedem; Sinir köyündeki (şimdiki adı Tınaztepe) arazisi ve değirmeni olan
zatmış. Öldükten sonra değirmenin bahçesine gömülmüş. Eskiden’Hacı Beşirlerin
Değirmeni’ olarak anılırdı
Babamın ağabeyi Abdullah amcam, Yemen’de şehit olmuş. Diğer ağabeyi Mehmet
amcam, Osmanlı Ordusunda başladığı askerlik görevinde Rumeli ve İstanbul’da
görev yapıyor. Kurtuluş Savaşına katılıyor, sonra tabur komutanı rütbesiyle (kıdemli
binbaşı) ordudan ayrılıyor ve Ayvalık’ta kurulan Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na
getiriliyor. Bir diğer ağabeyi Osman amcam; gözünü çiçek hastalığından kaybetmiş;
onun için o sıralar askerlikten muaf tutulmuş ve değirmeni çalıştırmış. 1925 yılında
ekonomik sıkıntı nedeniyle değirmen satılmış. Ablaları Atike ve Şerife ise asker eşleri
olarak Afyon’da yaşamışlar.
Babam Ahmet, altı yaşlarında yetim kalmış, sekiz yaşlarında, babaannemle, o
sıralarda Rumeli’nde Tabur Komutanı olan amcam Mehmet’in İstanbul’daki evine
gitmişler.
İstanbul’da Mehmet amcamın ve bacanağının (amcamın bacanağı da tabur komutanı
imiş.) küçük çocukları ile ilgilendiğinden, uzun süre çocukların ve ailenin başında
durmuş ve okula gitme şansı bulamamış; ta ki amcamın ve bacanağının, İstanbul’a
tayinleri çıkana kadar.
Babamın ilgilendiği bu çocuklardan biri, Mehmet amcamın oğlu Celalettin (ÜNSELİ )
daha sonra 1953’de Diyarbakır valisi oldu. Diğeri ise 1957’de Hava Kuvvetleri
Komutanı olan Hamdullah Paşa’dır.
Ağabeyi Mehmet Rumeli’nden İstanbul’a döndükten sonra, babam Jandarma okuluna
yazdırılmış. Askerlikle beraber okulda terzilik eğitimi almış. Balkan bozgunundan
sonra okul kapatılmış. Babam eşkıya takibinde görevlendirilmiş. İlk görev yeri
Bandırma ve civarı…
Aklımda kalan bir hatırası şöyle: Türk eşkiyayı sıkıştırmışlar. Eşkiya babama
seslenmiş; “Atma çavuş atma. Karşıda Rum eşkiya Yorgi var. Ben orduya kızanlarımla
beraber katılayım. Hep beraber, memleketi kâfirlerden temizleyelim.” diye seslenmiş
ve katılımdan sonra, bölge Rum eşkiyadan arındırılmış.
Daha sonra Çanakkale savunmasında bulunmuş. Ordular dağılımında, kafasında
planladığı gibi hareket edip, önce Afyon’a gelmiş, sonra Ankara’da düzenlenen
orduya katılmış.
Babam da Trikopis’ten bugünlere kadar kalan eşya yoktur. Trikopis esir edildiğinde
giysileri ve çizmesi babama verilmiş. O da bunları kullanmış ve eskimişler. (Bu bilgiyi
53
zamanında kendisi ile görüşen gazetecilere de vermiş.). Ayrıca Diyonis’in olduğu
söylenen bir saat var. Babam saati düşürdüğü için hasarlı durumda…
İstanbul’da büyüyüp 30’lu yaşlarda Afyon’a dönmüş, askerden terhis olduktan sonra
34–35 yaşlarında annem Emine ( Pancar ailesinden, İKBAL’in kurucusu Salim
Pancar’ın kardeşlerinden.) ile evlenmiş. Jandarma okulunda aldığı eğitimden başka
eğitimi yok. Elimizde diploması gibi bir belge bulunmamaktadır.
Afyon’da ki yakın arkadaşları konusunda bir şey hatırlamıyorum.
Askerlik bittikten sonra, Kolordu komutanlığı; o zamanki adı kumpanya olan, Devlet
Demiryollarına yerleştirelim demiş. Anneannem; kızım gurbete gider, diye; razı
olmamış.
Sonra hapishanede başgardiyan olarak, işe başlamış. Yaşı elli beşi bulunca, işine son
verilmiş. Ne emeklilik var, ne ikramiye. Adeta boşlukta bırakılmış.1946 yılında
vilayet nokta bekçiliğinde görev verdi. Biz yetişinceye kadar bu görevde kaldı.
Babam devlete verdiği hayatının, karşılığını alamadan öldü. Kendisi; 1900–1922
harplerinde; Abdülhamit’in indirilişi harekâtına katılan, Harekât ordusu komutanı
Mahmut Şevket Paşa’yı vuran kişiyi; İstanbul’da adını hatırlayamadığım bir hanın
tuvaletinde, yakalayan ekibin de içinde bulunmuştur.
Ahmet Çavuş’un altı çocuğu olmuş. En büyüğümüz Cemalettin ÜNLÜ (Bir zamanlar
yayımlanan ULUS Gazetesinin Yazı işleri Md. ve Kıbrıs Basın Ataşesi )ve ablamız
Hatice ile en küçük kardeşimiz Müfide öldü.
Üçüncü çocuğu ben Osman, dördüncü çocuğu Selçuk ve beşinci çocuğu Vedat,
İzmir’de yaşıyoruz.
Afyon’da ki evimiz ‘Ulu Camii Caddesi No:20 adresinde idi. Şu anda artık bu adreste
ev yok. Yakın zaman öncesinde belediye tarafından yıkılmış ne yazık ki… Evimizin,
Ulu Camii’nin yapılışı ya da restorasyonu sırasında 1200’ler de inşa edildiği rivayet
edilirdi. Sokak kapısı Ulu Camii kapısı biçimindeydi. İç planı eski Selçuklu mimarisi
tarzında idi.
Şimdilik başka hatırladığım bir olay yok.
Selamlar.
Gazi Ahmet Çavuş’un Oğlu
Osman ÜNLÜ – 09.03.2007
54


Afyonkarahisar

İlk yerleşim izine, II. Murşil'in Arzava seferinde kullanıldığından bahsedilen ve Hapanova (Yüksek Tepe) olarak adlandırılan Kale'de rastlamaktayız. Günümüze kadar ulaşan Hitit sur parçalarından da burasının Hititlerce ilk defa kullanıldığını öğrenmiş oluyoruz.
devamını oku >

Şimdi Reklamlar

HTML/CSS Döken: Türkoğlu-Türk - Türkoğlu-Türk -//- Çizim: 6Noran - 6noran.com // 2012 - 2013
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol